Bir çocuğun gülümsemesindeki masumiyet yoktu artık gülüşlerde ve çocukken hayat bir kıvılcımken şimdi cehemmen ateşi gibiydi. Biz mi düşmüştük o cehenneme yoksa hayat mı itikliyordu bizi ? Gecelerin gündüzlere varmadığı, yalvara yakara Tanrı'ya yalvarıp "lütfen onu unutmamı sağla" diyerek gözyaşları içinde acıyla kıvrandığın gecelerin hangisinde çocukluk masumiyetin oluyor yüzünde? Gittikçe hem ruhen hem bedenen zayıflayan gövdenin neresinde görüyorsun o masumiyeti? Hayallerinin gerçekleşeceğini umut ederek yaşarken umutsuzluğa alışmak mı daha çaresizceydi? Yoksa umutla beklenen bir mesaj umutsuzluğa alışmış olmaktan daha mı iyiydi? Sanırım umudun kör düğüm olan kısmına gelmişti bu hikaye.
***
Gökmen uzun uzun bir şeyler yazıyordu gruba ve her geçen saniyede heyecanım katlanıyordu.
"Gençler size afiyet olsun ben katılamayacağım yengenizle balayındayız."
Bir anda simsiyah oldu her yer, 2 yıl içinde evlenmişti. Çok güzel bir ilişkimiz vardı herşey tam anlamıyla mükemmeldi ayaklarımı yerden kesen adam şimdi kalbimi yerinden çıkarıyordu. Bir anda her şey değişti, bir bahar günü ayrıldık ve arkasından gelen her bahar kara kışa dönüştü artık. 2 yılda sığdırmıştı kalbine birini ama ben ondan sonra gelecekleride düşünmeyerek o kalbi ona emanet etmiştim. Artık kararımı vermiştim. Onun olmadığı bir şehirde, onun dokunmadığı ellerime, bileklerime, onun kokalamadığı saçlarıma, onun sevmediği bir kalbe ihtiyacım yoktu. O benim gökyüzümdü. Ona hep gökyüzüm derdim, aynı gökyüzünün altında olup o koskoca gökyüzünü onun bedenine sığdırmıştım. Onun okyanusuydum. Ben onun gözyaşlarıydım. Zaten gökyüzünün gözyaşları için vardır okyanuslar. Bana hep okyanus derdi, sebebini sorduğumda "eğer bir gün, için ağlarken dışına vuramadığında, dışına vuramadığın gözyaşları gökyüzünden tek tek damlarken yeryüzüne anlayacaksın neden okyanus olduğunu" derdi. Şimdi bu kadar güzel seven insan nasıl terkederdi okyanusunu? Telefonu göğüs kafesime bastırıp tebessüm ettim. Ağlayamıyordum işte. Sonra cama vuran damlaların seslerini işittim. Bu Tanrının bir mücizesiydi. Şimdi anlıyordum neden okyanus olduğumu. Yine gülümsedim. Nilüfer'den didik didik sakladığım yerden bir çırpıda çektim kutuyu. Kapağını açtığım andan itibaren hüzün sardı dört bir yanımı. Gözlerim doluyordu, yutkunamıyordum ama ağzımın kenarındaki tebessüm hep oradaydı. Yakmaya kıyamadığım resimler, içtiği kolanın kapağı, bana verdiği siyah kelebek. Hepsi oradaydı, ve bir türlü yok edemiyorum. Kalktım ve çekmeceden gözyaşları içinde bulduğum makasla fotoğrafları kestim, kola kapağını camdan dışarı fırlattım, kelebeği gökyüzüne fırlatmayı amaçlayarak "artık özgürsün ve uç yeni dünyana" diyerek bağırdım. Geriye tek bir şey kalmıştı. Eğer o yoksa eğer biz yoksak benim yaşamaya da hakkım yok. Peki fotoğrafları kestiğim gibi bileklerimide kessem diner miydi bu yağmur?
Uzun süre sonra ıslanan kollarım, ellerim, kirpiklerim ve yüzümle baş başa kalmıştık. Hayır yağmura çıkmadım, gözyaşlarım sırıl sıklam etmişti beni ve ne düşündüğümü bile bilmiyordum. Saat gelmişti. Elveda beni çok seven vücudum ve merhaba biraz sonra özgürleşecek ruhum. Ayağa kalkıp tüm evi dolaştım. Sonra Nilüfer'in odasına gidip "her şey çok güzeldi ve beni unutma" diye not bıraktım. Çünkü eğer ölemezsem bana neden not bırakmadın diye kızacağını biliyordum. Zaman dolmuştu artık, banyoya gidip bu işi bitirmeliydim. Aynanın karşısına geçtim. Son kez uzun saçlarıma, siyah gözlerime baktım. Ne kadar da değişik ve kırmızıydılar. Artık dünyanın omzuma bıraktığı yükü kaldıramıyordum, sanki bedenime kova kova yük koyuyolardı. Hayatım boyunca mutlu olamamıştım bu yüzden geleceğe belki yarın mutlu olurum diyerek devam edemeyeceğimi düşündüm. Zihnimde gece oluyordu ama ben günün yorgunluğunu bir türlü geceye dökemiyordum.
Banyonun soğuk mermerine çöktüğümde yüzümdeki düzlüğü ve duygusuzluğu hatırladım. Artık gülmeliyim. İntihar, tanrıya davetsiz misafir olmaksa o kapıdan alacaklı gibi girmeliyim. Bileğime dayanan metalin keskinliğini hissedebiliyordum. "Ya şimdi bunu yaparsın yada tüm hayatın boyunca acı çekersin" diyordu içimdeki ses ve beni bunu yapmaya zorluyordu. Bileklerimde meleklerin ayak seslerini duyabiliyordum. Ve ölümle yaşam arasındaki ince çizgiye tutunmayı yavaş yavaş bırakıyordum artık.
Soğuk ve keskin jilet artık kan okyanusunda yüzüyordu. Okyanusun kanında. Ve hayat bir film şeridi gibi geçiyordu gözümün önünden. Aslında çokta yaşamıyordum ki ölmeye tuhaf bakayım. Son nefesimde bile yüzümde acı bir gülümseme ile bu dünyadan ayrılıyordum. Bir kaç saniyelik şey bir kaç yıl gibi geliyordu bana. Birden gözlerim kararmaya başladı, hayatım kararmıştı zaten göremiyordum. Sonra acı bitti, şuan sadece üşüyordum. Gözlerim kapanıyordu artık, meleklerin adıma şarkı söyleyip beni çağırdıklarını duyabiliyordum. Sanırım artık gitme vaktiydi. Elveda gökyüzü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Okyanus Ve Gökyüzü
Fantasía"Zihnime bir dövme yapıyormuşcasına, kimsesiz bir nakışı işliyormuşcasına söylenen yalanlar... Annem bir Tanrıça... Babam ise bir Tanrı...kötülüğün maskesini indirdikleri sebebiyle çıkacak olan bir savaş... Ve ben okyanusun ortasında kalmış gökyüzün...