Bölüm 7 - Savaş

54 6 0
                                    

  "Olympos'a hoşgeldin."

Yüzünü suratımdan çektinde kolumdan sıkıca tutup ormanın içine doğru ilerledik. Korkuyordum ve onunla gidiyordum. Kolumu sıkıca tuttuğu elinden kurtuldum ve yürümeyi kestim.

  "Sen kimsin? Ayrıca beni nereye götürüyorsun? Beni hemen evime götürmezsen polis çağırırım."
Tamam polis çağırma fikri saçma olabilirdi ama bu lanet yerden kurtulmak istiyordum.

Sözlerime karşılık kocaman bir kahkaha attı. Dalga mı geçiyordu benimle yani? Bir dakika...Atlas benimle uzaktayken bile zihnimin içinde konuşabiliyordu, eğer bu mümkünse bende konuşabilirim diye düşündüm. Tabiki bu düşünceler kanatlı adamın beni kolumdan daha sıkı tutarak götürmesiyle sonra erdi.

Ormanda yürürken yol hiç bitmeyecek sandım. Ormanın uzunca ağaçlarının birinin önünde sonunda durmuştuk. Bu ağaç en eskileri gibi görünüyordu, ismini bilmediğim kanatlı adam oldukça eski görünen ağaca doğru yaklaştı. Sol elini ağacın gövdesine bastırdı, tam 12 saniye sonra(küçüklükten beri canım sıkılınca veya korkunca saniyeleri sayardım, ama şuan canım sıkılmıyordu, korkuyordum) ağacın gövdesinde beyaz bir kapı belirdi. Adam bana doğru birkaç adım attı ve kolumdan tutarak kapının önüne getirdi. Öne geçip kapının kolunu çevirdiğinde içerdeki parlak olan ışık  istemsizce gözlerimi kapatmamı sağladı. İçeriye girmiş olduğumuzu anladığımda gözlerimi açmak istediğim ama hala parlak ışık izin vermiyordu. Beklemeye karar verdim. Yine tam 12 saniye sonra kanatlı adam boğuk ve sert sesiyle
"Gözlerini aç!" dedi.

Gözlerimi açtığımda kava karanlıktı ve yüksekçe bir binanın teras kısmındaydık, bina çelikten ibaretti. Etrafta kimse görünmüyordu. Etrafı incelerken arkamı döndüğümde kanatlı adamın yere eğilmiş selam durma vaziyetini almıştı. Ne yani bu adam bana saygı mı duyuyordu? Arkamı döndüğümde saygı duyulan kişinin ben olmadığımı gördüm.

Karşımda orta yaşlarda bir kadın duruyordu üstüne sarılmış krem rengi bir elbisesi ve sarı saçlarıyla olağanüstü bir güzelliği vardı. Elinde tuhaf bir asa tutuyordu. Ayaklarımı kaldırıp karşımdaki kadının omzundan arkaya baktığımda -saymadım ama galiba öyledir- 15 kişi kadar olduklarını tahmin ettim. Önümde duran kadın sinsi bir gülüşle yanıma yaklaştı. Tam önümde durduğunda asasını yere vurdu. Onun vurmasıyla herkes ayağa kalkıp olduğu yerde durdu. Merakla onlara bakarken karşımdaki kadın daha da yanıma yaklaştı.

  "Demek asırlardır görülmemiş Moira ve Poseidon'un kızı Ölümlü Tanrıça sensin."
kaşlarını kaldırarak gözlerimin içine baktı ve konuşmamı bekledi.

  "Sen kimsin?"
tanrıça olduğumu kabul etmişcesine kendimden emin bir şekilde karşısında durdum. Alay edermiş gibi bir kahkaha patlattı.

  "Ben Gaia. Burda gördüğün tüm Tanrı ve Tanrıçaların Tanrıçasıyım. Bana 'toprak ana' derler ben onların yaratıcısıyım."

  "Yaratıcı Tanrı Zeus diye biliyordum?"
ağzımdan Zeus'un ismini duyar duymaz gözlerinin mavisi siyaha döndü. Onu sinirlendirmiştim.

  "Fazla uzatmadan konuya geliyorum. Tanrı ve Tanrıçalar yıllar önce 2'ye ayrıldı. Zeus'un tarafında olanlar ve benim tarafımda olanlar. Olympos sadece bir tanrıya veya tanrıçaya ait olmak zorunda. Ama şuan 2 kişi var. Olympos'ta hiçbir zaman güneş batmaz ve bulutlar yok olmaz, yani burda gece yaşanmaz. Ama bizim kaldığımız bölgeyi Zeus'la yaşadığımız kavgadan sonra Zeus lanetledi ve karanlığa kilitledi. Zamanı belli değil ama zamanı gelince büyük bir savaş çıkacak, benim tarafımda olanlar beni Olympos'a Tanrıça yapmak için benim tarafımda olacak, Zeus'un tarafındakiler ise onu Tanrı yapmak için tabii buna izin verirsem onun safında yer alacak. Şuan her iki tarafta 14 kişi var ama 15 kişi olmak zorunda. Biz 15 kişi olmak için normal bir insanı da, Tanrı ve Tanrıça olmayan Olympos halkından birini de kendi tarafımıza alabilirdik. Ama sen özelsin. Sen bu gezegende eşine benzerine rastlanmamış güçtesin. Bu yüzden seni kendi safımızda görmek istiyoruz."
cümleleri bittiğinde yüz ifademe dikkatle baktı. Ve konuşmaya devam etti.

Okyanus Ve GökyüzüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin