Beyazıt, gözlerini açmaya çalışırken buldu kendini. Duyduğu bip bip sesleri, ağzındaki aparattan anladığı kadarıyla solunum cihazından geliyordu. Beyaz önlüğüyle yatağın yanında duran yaşlı, gözlüklü adam doktor olmalıydı. Bileğindeki mavi, analog kol saati, sağ eliyle tuttuğu kağıtlara yazı yazarken sol kolundan beliriyordu. Bir metre sağında duran hemşire telefonuna bakıyor doktora saati söylüyordu. ''13.24! ''
Beyazıt, telaşla '' Neler oluyor ? '' diye düşünürken doğrulmaya çalışarak bu sözü bağırarak söylemeye çalıştı. Zayıf düşmüş, boğuk sesiyle ''Neler oldu, neden buradayım !? '' dedi. Doktor ve hemşire Beyazıt'ın uyandığını fark etti. Doktor, '' Sakin olun, uzanın şöyle '' diyerek elini Beyazıt'ın göğsüne narince bastırdı. Hemşire bu sırada Beyazıt' ın bağlı olduğu cihazlarlarla uğraşmaya başladı. Henüz başı yastığa değdiği anda olanları hatırladı. Elif'in çığlığı, o siyah tır...
Yoksa. Yoksa onlara bir şey olmuş muydu ! Odada onları karşısında capcanlı ve sağlıklı şekilde görmek için etrafa bakındı. Kahverengi, deri, üçlü koltuk boştu. Kalbinde hayatında hissettiği en büyük korkuyu hissetti. Umutsuzluğa düşmekten korktu, umutsuzluğa düşerse bin kere ölürdü. Doktorun önlüğünün yakalarından kavrayıp '' Onlar nerede ! '' dedi. Yeşil ve şefkatli gözleri, içinde bir yerlerdeki o gücü yansıtan ışığını kaybetmiş gibi, çaresizce bakıyordu. Doktorun dudakları kıpırdamaya başladı anacak henüz konuşamadan odanın kapısı iki kez, sesi net duyulacak şekilde vuruldu. Açılan kapıya doğru bakan Beyazıt, müjdeli bir haber gelmişçesine baktı. Yağız, siyah takım elbisesi, beyaz gömleğiyle içeri girdi. Beyazıt'ı uyanık gördüğüne sevindiği yorgun ancak neşelenmiş gözlerinden anlaşılıyordu.
'' Şükür kardeşim, Allah'a şükür. '' dedi. Beyazıt, ellerini doktorun üzerinden çekti. Hasretle sarıldı iki zarif adam.
'' Yağız! Defne...'' lafını bitirmeden Yağız girdi araya. '' Dur kardeşim,Bir soluklan. '' dedi ve doktora göz kırpıp dışarı çağırdı. Odanın camından Beyazıt, Yağız ve doktoru izliyor, eşinin ve çocuğunun durumunu öğrenememenin kahrıyla öfkeye kapılmaya başlıyordu. Birkaç saniye sonra içeri yalnızca Yağız girdi. Hüznü kahverengi gözlerinden okunarak, zarif dostuna baktı. '' Konuşsana be adam.'' Demekten alıkoymadı Beyazıt kendini. Lafı daha fazla uzatamayacağını anlayan Yağız, Beyazıt'a yaklaşarak omzundan tuttu, dostane bakışlarını Beyazıt' ın gözlerine çevirdi ve konuşmaya başladı.
'' Olanları gördüm Beyazıt. Oteldeki dostların bana ulaştı. Olman gereken saatte orda olmadığını, seni uzun süredir beklediklerini söylediler. Bunun üzerine seni ve Defne'yi ikinci, üçüncü hatta onuncu kez aradım. Kimse bakmadı telefonuma. Evine gittim, yan komşuların onlar bahçede çay içerken arabayla çıktığınızı söylediler. Telaşlandığım için arabamla yola koyuldum. Birkaç kilometre sonra polis arabaları, çekiciler ve arabalarını park edip onların etrafında toplanmış insanlar gördüm . Oraya yetiştiğimde senin arabanı gördüm. Kalbim ön koltuktaki hava yastıklarına sıçramış kanı görmemle adeta duruverdi. Siyah bir tırın arabanızın iki metre ötesinde buharlar çıkararak durduğunu fark ettim.
Hastaneye kadar yolda kaç kez ölerek geldim, bilemezsin.'' Beyazıt, yıpranmış vücudu bayılacak üzereymiş gibi bir sesle Yağız'ın koluna elini koyarak konuşmaya başladı ''Dostum, Ne olur artık söyle. Onlar nerede? ''
Yağız kararsız bir yüz ifadesiyle yatağın kenarına oturdu. İyi mi konuşacak, kötü mü konuşacak bilemeden; '' İkisi de yaşıyor. Ancak durumları çok kötü. İki haftadır uyuyorsunuz. Onlar hala uyanamadı Beyazıt. Doktorla az önce bunu görüştüm. Hâlâ komadalar. Ama Allah'ın izniyle iyileşecekler.''
Yağız'ın konuşması henüz ortasındayken gözleri dolmaya başlayan Beyazıt ağlamaya başladı. ''İnşallah.'' Demesi için yutkunması on saniye kadar sürdü.
Beyazıt gibi Yağız'da dolan gözlerinden taşan gözyaşıyla konuşuyordu. '' Hava yastığı Beyazıt. Seni onlardan daha iyi korumuş. Defne'nin hava yastığı da açılmış. Ancak uyuyor olduğu için kafasını o şiddetle yastığa çarpmış olması onu komaya soktu, ardından kapısının dağılan birkaç cam parçası başına isabet edip kanatmış. '' Birbirlerinin hıçkırarak ağladıklarını görüyorlardı.
'' Elif ? Ya o... O uyumuyordu. '' Yağız derinden bir sancıyla başını eğdi.
Yağız da Beyazıt da aşıktı çocuklara. Altı yıldır aynı okulda, edebiyat öğretmenliği yaptılar. Birlikte, öğrencilerini hep evlatları yerine koymuş, öyle korumuş, öyle yetiştirmişlerdi. Öğrencilerini, evladı gibi seven bu adamlara Elif'in durumu çok daha acı geliyordu.
'' Onun yastığı açılmamış Beyazıt. ''
Ölüm o an Beyazıt için sadece bir ayırıcı gibi olmuştu. Onlardan ayrı yaşamaktansa kendi canını onlara vermeyi yeğeliyordu. '' Beni onlara götürür müsün Yağız ? '' dedi Beyazıt. '' Yürüyebilir misin ?'' diye sordu ricasını kabul ettiği belli bir şekilde. Koluna girip, koridor boyu eşlik etti Beyazıt'a. Beyazıt onlara yaklaştığı her adımda artık koşmak yanlarına koşmak istiyordu. O sabah evin bahçesinden küçük kızının kırmızı, tül elbisesiyle ona gülümseyişi geldi aklına. Gözlerindeki yaşı silemeden Defne'nin tatil heyecanı geldi gözünün önüne. İki haftadır adeta uykusunda onları özlemiş, her anında onları düşünmüş gibiydi. Kapısı kilitli, yan yana iki odada yattıklarını gördü. Gücü adeta bitme noktasına geliyor, sık sık iri cüssesiyle dostunun üzerine düşüveriyordu. Hala durumları ağır olduğu için odaya giriş izni yoktu. Onlara dokunmak istiyordu, öpmek, koklamak, 'Ben geldim!' demek için kahroluyordu. Yağız onu birkaç dakikalığına tekerlekli sandalye getirmek için orada bırakmıştı. Beyazıt,Yağız gelirken hala eşi ve kızına duâ ediyor, anne, babası ve şimdi de onların acısıyla kendisini sınamamsı için Allah'a yalvarıyordu. '' Bu sınavdan bizi güldürerek çıkart Allah'ım! '' dedi ve tekerlekli sandalyeye oturdu. Eşini ve kızını izlerken, Yağız saate baktı. '' Dostum saat 3 oldu. Ben annemi teyzemlere bırakmalıyım, saat 5'te dönerim. Olur mu ? '' diye mahçup bir ifadeyle sordu. Beyazıt gülümsedi ve başını salladı. '' Ben hemşireler beni odama tekrar sokmadan burada ailemle kalmaya devam edeceğim, görüşürüz kardeşim. '' Omzunu sıkarak ayrıldı Yağız.
Beyazıt bir saat daha orada kaldıktan sonra, hemşireler onu tekrar odasına götürmüştü. Doktorla bir süre muhabbet edip, eşinin ve kızının dikkatli olunmazsa çok daha kötü sonuçlar görülebileceğini ancak sabretmek ve duada etmekte fayda olduğunu çünkü iyileşebileceklerini öğrendi. Beyazıt ise evde dinlenmek ve bir sorun olduğunda derhal sağlık ekiplerini araması koşuluyla Yağız geldiğinde taburcu olabilecekti. Kısa bi uykudan sonra Yağız söz verdiği gibi tam 5'te gelmiş. Bunu '' Randevulara geç kalmak size yakışmıyor bayım, saat 5 oldu ayrıca bir iyi haberim var taburcu oluyoruz'' diye uyandırılışından anladı. Saati doktora sorduğunda gerçekten saat 5'ti.Beyazıt, camdan dışarı bakarak çiğden dolayı nemli çimenleri izlediği dalgınlığından işaret ve ortaparmağı arasında hissettiği sıcaklıkla ayıldı, birdenbire gözlerini parmaklarına çevirdi. Son hatırladığı doktorun '' Saat 5 '' demesiydi...
Devamı yayınlandı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEL
Poetry'Biz'e beraber gitme vakti geldi de geçiyor. Sen kayıp,ben ağrılı. Yalnız yaşıyorum bizi. Gel, Beraber gidelim 'biz'e... Kendimize gelmez miyiz ? * Şiir ve hikaye bir kitapta... *