Gel - Bölüm 3

110 27 23
                                    

Boşlukta kalmışlık hissi sardı Beyazıt'ın tüm bedenini. Ama sanki bir parçası hala onunla değil, aslında Beyazıt sanki başka bir yerdeydi. Başında sızlamaya benzer bir ağrı hissetti. Eliyle başını tutarken film şeridi gibi birkaç görüntü akmaya başladı zihninde. Bunlar, rastgele dizimli, beynin oyunlarından biri olan kareler gibi miydi yoksa bir şeyleri mi hatırlamaya başlıyordu anlayamamıştı. Hava yastıkları, kahverengi bavullar, Yağız ve onun gözlerindeki acı, tekerlekli sandalye...

Sabahın bu saatinde aç karnına içtiği sigara, onu sevdiği bu eşsiz sabah manzarasında gereğinden fazla mı uzaklara daldırmıştı yoksa ? Peki kalbindeki bu acı nereden geliyordu ? İzmarit ve külleri süpürürken, aklını bu tuhaf boşluktan çekemediğini görebiliyordu. Böylesine daralmış, sıkılmış adeta yerinden sökülmüş gibi sızlayan kalbi Beyazıt'ı anne ve babasının resimlerine bakmaya yöneltti. Dolan gözlerini, süpürge ve faraşı mutfağa bırakmasından boşalan ellerine rağmen silmek istemiyordu. Kazayı hatırlamak, bunca yıllık ömründe sevdiklerini hep korumuşluğu o gün orda yanında olmamıştı. Sevdiklerini kaç kez korumuş olursa olsun o gün aciz vücuduyla çaresiz kalması yüzünden Beyazıt için hiçbir şey ifade etmiyordu artık.

Beyazıt, sanki dürtülüyordu. Kollarında, boynunda, ellerinde başka bir evrenden kendisine uzanan, onu dürten bir şeyler hissediyor ancak bunun ne olduğunu bilmiyordu. Ayak sesleriyle birlikte arkasına döndü. Defne pijamasıyla karşısında duruyor, yaslandığı kapı girişinden gülümsüyordu. Beyazıt, beyninden vurulmuşa döndü. Saki Defne çok uzun bir süreliğine yanından ayrılmış gibi onu gördüğüne çok seviniyordu. Oysa bir saat öncesine kadar onun yanında uyuyordu. Gözyaşlarındaki tuz gözlerini yakmaya başladı Beyazıt'ın.
Bu anı daha önce yaşamış gibiydi. Pijamalarına rağmen eşinin böyle güzel görünmesi onu beynindeki karmaşadan uzaklaştırmış, eşinin tüm sıcaklığıyla '' Günaydın şairim! '' demesiyle kendine geldiğini hissetti. Karşı koyamadığı endamıyla ellerini tuttu eşinin.
'' Bence bir kadın makyajsız ve pijamalıyken bile böyle hoş...'' duraksadı.
Bu cümleyi fazla tanıdık geldi, bu ilk kez kullanışı değildi. Sendelemeye başladı. Defne, uykusuzluğuna yorduğu bu sendelemeyi onu kucaklayıp sarılarak önlemeye çalıştı.

Beyazıt içinden '' Bir tuhaflık var...'' diye söylenmeye başladı.
Beyazıt kendini toparlamaya başlayınca ''Geç kalıyoruz.'' dedi.
Aptala yatmak en kolayıydı o anda. Bu tuhaflığı görmezden gelmek Beyazıt için en kolay kaçma şekli olacaktı. Çünkü De javu hissi artık yerini telaşlanmaya bırakıyor, Beyazıt her şeyi hatırlıyor olmanın korkusuyla nefes nefese kalmaya başlıyordu. Elif'i hazırlamaya gideceğini duyarsa artık gerçekten korkmaya başlayabilirdi. Defne tam bu düşüncenin ortasında, Elif'i uyandırmaya gideceğini onunsa valizleri indirmesini istedi. Beyazıt bu tuhaflıklara bir sebep arıyordu yatak odasına girip sarı valizleri aldığında. Hatırladığı gibi Elif'in uyanışı izlemiş şimdiyse aç karnıyla sersemlemiş vaziyette arabasının başında evden çıkmalarını bekliyordu.

Zaman bu sersemlemiş vaziyette su gibi akıyor, bu düşüncelerin ortasına kendini çoktan otobana çıkmış vaziyette bulmuştu. Elif'in bebeğiyle oynaması zihninde yankılanıyordu.

Peki şimdi ne olacaktı ? Neden buradan sonrası zihninde yoktu. Dikiz aynasından sinyal veren arabayı fark etti. Yol verdikten sonra yanından geçen mavi renkli bu araç ona yeniden bir şeyleri hatırlatmaya başladı. Öğretmeniyle yaşadıkları tatsız günü ilk defa hatırlamadığını anladı. Nefesindeki hızlanma, aldığı soluğu yetersiz kılamaya başladı. ''Saat beş! '' diye tekrar duydu bu ihtiyar bir adamdan geldiği belli olan sesi. Anılarında bir geçide hapsolup birçok belli belirsiz görüntüyle savrulduğunu hissediyor, vahşi bir hayvanın pençesi gibi güçlü yakalandığı bu geçitten çıkamıyordu.

Birden bire irkildi. ''Yağız!'' diye bağırdı. Bir çarpışma hissediyor ama anlam veremiyordu, peki Yağız bunun neresindeydi ? Telefonunu yokladı. Aynı anda çalmaya başladı telefon. Ekranda Yağız yazıyordu, telaşının arasında saatin 07.45 olduğunu gördü. Defne'ye telefonu uzatıp seslense de yanıt alamıyordu.
Hatırladığı çarpışma hissini içinde her salise daha kuvvetli hissetti. Defne'ye baktı. Uyuyordu. Elif'in çığlığıyla beyninden vurulmuşa döndü.
Hatırlamıştı ! Tır ! Siyah tır!

Karaltıların arasından sıyrılmış gibiydi. Duyduğu bip bip sesleri, ağzındaki plastik maske... Uyanışını hatırladı. Gözleri doktoru aramaya başladı, hemşire evet o da burada olmalıydı. Doktor bir şeyler yazıyor, mavi, analog, kol saati yerinde duruyordu. Hemşire doktora seslendi; ''13.24''
''Neler oldu, neden buradayım '' diye haykırarak doğrulmaya başladı Beyazıt.
Hastalarının uyandığını anlayan doktor ve hemşire harekete geçti. '' Sakin olun, uzanın şöyle. '' diyerek onu yatırmaya çalıştığında sesini zihnindeki en büyük soruyla eşleştirdi Beyazıt. ''Saat beş.'' !

Yakasına yapıştı doktorun. Büyük bulmacayı hissetti kalbinde, korku ve heyecanla bağırdı doktora;
'' O sensin ! Ben daha önce de buradaydım ! ''

GELHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin