Uzaklardan gelmişti kadın.Bir arayışı yoktu bilmiyordu yolunu.Yaraları vardı zaman zaman kaldıramadığı.Herkesin kullandığı dili kullansa da asla anlaşılamıyordu.Bir gün bir caminin dibinde gördü adamı.Yolsuzluğundan etrafını didik didik arayan gözlerle adamın gözlerine çarptı gözleri.Anlamıştı bir yol vardı bu adamda gidecek.Sonu ne olursa olsun gidecekti.Adam yaklaştı kadına sarıldılar.Kadın adını bildiği fakat o ana dek hissetmediği o aitlik duygusu ile kavruldu.Adam yürüdü kadın peşinden gitti.
Bir gülüşü vardı ki adamın şiirler kifayetsiz kalırdı anlatmaya.Yüzünde yatan koskoca bir hayatı bilmeden sevmişti kadın.Dokunmadan dokunmuştu aslında adamın tüm ruhuna.
Sevdi kadın.Bir karşılık beklemeden sevdi.Ama söylemedi sevdiğini,sevince gider korkusuyla.
Çünkü sevince gidermiş herkes hayattan gördüğü buymuş hep.
Kime dokunsa altın olur misali kaybetmiş o yaşayan bedeni.
Bir gölge varmış hemen ağacın dibinde.Oturmuşlar soluk soluğa.
Kadın dizine yatmış adamın,bu saçlar daha önce böyle güzel parmaklar görmemiş.
Kadın daha önce bu denli huzurda hissetmemiş kendini.
Doğrulmuş sonra yakmışlar bir sigara.Adam sarılmış.Geri çekildiklerinde burun buruna kalmışlar.
Kadın adamı zora sokmamak adına sağa sola bakmış fakat nafile.
Adam dudaklarını kadınınkilere bastırmış.
Bu kadının kanayan tüm yaralarına olan acısını umursamamasını sağlamış.
Öptüğü bu dudaklar bir adamın değil tam anlamı ile aşkın dudaklarıymış.