BÖLÜM-48

2.1K 107 20
                                    

♥♦♥♦♥♦♥♦♥

♥♦♥♦♥♦♥♦♥

  İkindi vaktine doğru yola çıkmak için eşyaları arabaya yüklerken kaldığımız taştan evin içine gündüz gözüyle tekrar baktım. Tavan normalden biraz daha alçak ve  sararmış yağmur lekelerinin bulunduğu duvar ise kirliydi. Yere bıraktığımız el fenerini alıp cebime sokuşturdum.

O sırada Anıl yanıma geldi ve "Sana bir şey vermek istiyorum." dedi. Diğerlerine kırık kapının ardından baktım. Hepsi arabaların yanına toplanmış bir şey tartışıyordu.

Anıl cebinden bir şey çıkarıp avucuma bıraktı. Daha önceleri de gördüğüm Tinker Bell'in tahta biblosu yeterince yontulmuş, boyanmış ve son halini almıştı.

"Bunu sana yaptım." Ben bibloya bakarken boğazını temizledi. "Bir kanadı diğerlerinden büyük oldu. Bir de bacağının biri olmadı gibi ama-" Daha devam edecek gibi duraksadı ama onu daha fazla zorlamak yerine
"Hayır, harika." dedim ve sarıldım. "Bence mükemmel."

***
 
    Nihayet avucumda sıkı sıkıya tuttuğum bibloyla beraber arabaya bindik. Toplamda üç arabaydık ve gideceğimiz yer uzak olduğundan erkenden yola koyulmuştuk.

Bildiğim kadarıyla şehir kalabalığından uzak, ormanlık bir yere gidiyorduk. Kulağa tehlikeli ve tenha gelen bu yola kıyasla ellerimizdeki silahlar da pek masum değildi.

Araba gittikçe camın yanından hızla geçen cisimlere baktım. Hava her bir ton karardığında ufuk ayırt edici hale geldi ve en sonunda kırmızı, turuncu halkalar gökyüzünü kapladı. Bu kızıllığın Anıl'ın yüzünde çizdiği intikam çizgilerine baktım. Her ne kadar belli etmese de artık yorulmuştu. Bunu gözlerinin altındaki hafif kızarıklıktan, gülümsemesindeki baygınlıktan anlıyordum.

Bu akşam neler olacağını kestiremiyordum o yüzden herkese son defa bakar gibi baktım. Gözlerim Orkun'a kaydı. Sakindi ama kendini rahatlatmak için çabaladığına emindim. Doruk ise daha rahattı.

Arabayı Engin kullandığından tam karşımda Didem'le beraber oturuyordu. Onların yanında Anıl, benim yanımda ise Orkun ve sevecen desteği vardı.

Anıl'a tekrar döndüm. İki tane silah çıkardı ve birinin kabzasındaki kurşunların hepsini kucağına boşaltıp kabzayı tekrar yerine yerleştirdi. Boş olan silah diğerine göre daha açık renkti ve anlam veremediğim farklı bir çıkıntısı vardı. Diğer silahlarla aynı görünsede onlara nazaran o çıkıklık onu farklı kılıyordu.

"Neden onu boşalttın?" Diye sordum ikisini de kullanmak için hazırlarken.
"Belki sürprizler bizi bağışlar." Ne demek istediğini anlamadım ama sormadım da.

Yolculuk sanki varmak istediğimiz yerden daha uzun sürdü. Kısaca bir plan anlatmışlardı ama karşımıza tam olarak neler çıkacağını bilmediğimizden kesin bir şey söylemek zordu. Yine de her ihtimali düşünmeye çalıştık.

"Ya bizi tuzağa düşürürlerse, ya Nejdet bizi fark edince kaçarsa, ya Nejdet hiç gelmeyip adamlarını gönderirse,..." Gibi devamı ölüm dolu bir sürü soru ortaya sürmüştük.

Bizi orada patlatabilirlerdi ve bizim  bunun için planımız yoktu. Bizim, içerisinde ruh yoksunluğu barındıran hiçbir ihtimale karşı önlemimiz yoktu. Ama daha önemli bir şey fark ettim.  Bu ihtimalleri bile bile arabayı kabrimize doğru sürüyorsak, bu gece ne olursa olsun biz ölümden korkmuyorduk.

***

  Saatler sonra sadece ay ışığıyla aydınlanan, ağaçların sık olduğu ürkütücü bir ormandaydık. Ayağımızın altındaki dallar her çıtırdadığında birbirimize bakıyor ve çevreden gelecek tehlikeye kulaklarımızı dikiyorduk.

PARANOYAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin