Kylie iyi arkadaş olup peşimden gelmişti ama yanında Jason adında bir kişiliği de getirmişti. Onun Range Rover’ıyla eve dönmüş olmamız beni çok rahatsız etmemişti ama Kylie Amerikan umursamazlığı bir kenara koyup onu eve davet ettiğinde çığlığı basıp kafasını cama geçirmek istedim.
Teklifi kabul ettiğinde başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Abartılı bir tepki vermemek için hızla eve girdim. Arkamdan giren –beni sinirden deli eden- kişilere bakmadan odama çıkacağımı söyledim ve merdivenleri tırmandım. Odama girdiğimde çantamı masama koydum ve üzerimdeki aptal şorttan kurtuldum. Şortu sinirle yere fırlattıktan sonra üzerimdeki tişörtü de çıkarttım. Üzerime siyah üzerinde rengârenk Sleep All Day baskılı tişörtümü ve renkli çizgili pijama altımı geçirdim ve dizüstü bilgisayarımla beraber yatağıma girdim.
Kapı çaldığında kimya sunumumun 14. sayfasına gelmiştim. “Evet?” diye seslendim kapıya doğru slaytı durdurup. Kapı açılıp Jason başını içeri sokunca bıkkınca iç çektim.
“Sadece… pizza sipariş ettiğimizi söylemeye gelmiştim.” derken sesinde bir burukluk duydum ve gözlerinde kırılma ifadesi vardı. Kısa bir an bakıp dışarı çıktı. Tamam. Onu kırmak istememiştim. Ama kendimden uzaklaştırmanın yolu bu olacaksa gönlünü almamak için içimdeki İngiliz Hester’ın çenesini kıracaktım.
Mutfağın kapısından girerken Kylie pizzayı tabaklara koyuyor ve Jason da biraları açıyordu. “Hey, Jay, sen Hess’e aldırma. O biraz inatçı ve hisleriyle savaşan bir tiptir. Muhtemelen senden hoşlanıyor. Hoşlanmıyor olsaydı şimdi bırak burada olmayı, bu sokaktan bile geçemezdin.” Çok teşekkürler, Kylie! Gerçekten çok teşekkürler!
Ayrıca Jay mi? Hemen isim kısaltma işine mi girdi yani? Yapma ama Kylie!
“Yardım edilecek bir şey var mı?” diye sordum içeri girerken. İkisi de bana baktı ve Kylie başını iki yana salladı. Başımla onaylayıp masaya yerleştim ve masayı doldurmalarını bekledim.
İkinci dilimimin sonlarına kadar ne onları dinledim, ne de konuştum. Ciddi anlamda gereksizce vıcık vıcık olmuşlardı. Gereksizce kısa bir sürede. İsmimi duyup bana beklentiyle baktıklarını fark edince “Ha?” dedim soran bakışlarla.
“Dedik ki, kimya sunumun ne durumda?” dedi Kylie. Ona kısa bir baktıktan sonra omuz silkip idare eder olduğunu ifade ettim. Yeniden pizzama dönmüştüm ki Jason’ın sorusuyla ona döndüm.
“Ya sen,” dedi. “Sen ne durumdasın?”
Ona alayla baktım. “Harikayım, Allard. O kadar harikayım ki odamdan dışarı adım atmak istemiyorum. Hatta seninle sarmaş dolaş film izlemek, patlamış mısırlarla fantezi yapmak falan istiyorum.” dedim alayım aksanımı yayarken.
“Hım… Patlamış mısır işini düşünebilirim. Film alıp gelmemi ister misin?” dedi yüzü ölümcül bir gülümsemeyle aydınlanırken. Elime geçen ilk şeyi kafasına fırlatmamak için –ki bu tuzluk olurdu ve kafasını yarardım- kendimi sıkarken derin bir nefes çektim içime. Uzun bir süre onu içimde tutup içimdeki siniri alıp götürmesini umarak dışarı verdim.
Pekâlâ. İşe yaramadı.
“Söylesene, ne zaman gitmeyi düşünüyorsun, Allard?” diye sordum meydan okur gibi bakarak. “Belki Xavier’ı çağırırım ve onunla şu çok yakın arkadaşların yaptığı uslu olmayan şeylerden birini deneriz.” Jason elindeki bira şişesini masaya öyle sert koydu ve boğazından öyle derin bir hırıltı geldi ki kurt ya da kedi adam felan olduğunu düşünmeye başlayacaktım.
“Diyorum ki, film yerine dizi mi izlesek? Daha uzun sürer. Mesela… 10 bölüm Supernatural,” dedi. Şaşkınlıkla gözlerimi kısıp kaşlarımı kaldırdım. “Ne dersin?” Bira şişemi ağzıma götürüp büyük bir yudum alırken arkama yaslandım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Song Of Destiny
Teen FictionGünün birinde yakışıklı bir çocuk durduk yere size asılmaya başlarsa ve okulda girdiğiniz her dersiniz ortaksa kendinizi sorgulayın kızlar. Çünkü her şey uğurlu kalemimin kurdelesini aldığı günle başladı. O gün ezilen ve hırpalanan kıza veda etme yo...