Çikolata kaplı muhteşem kekin son lokmasını ağzıma attığımda kapı çaldı. Koltuktan fırladım ve kapıyı açtım. Xavier’ı tek elini kapının pervazına dayamış ve deri ceketle sarmalanmış halde görmeseydim –Tanrım deri ceket giyen erkeklere bayılırım- belki nefesim kesilmeyecekti ama görmüştüm işte.
“Vay canına,” diye mırıldandı masmavi gözlerini üzerimde gezdirip. “Muhteşem görünüyorsun, Hess.”
Hayır, kızarma, Hester! Sakın kızarma!
“Şey, teşekkürler.”
Merdivenlerden gelen sesle oraya döndük. Kylie suratsızca aşağı iniyordu. “Çıkıyor musunuz?” diye sordu yanımıza gelirken. Başımla onayladım. “Pekâlâ, yarın okul var ve geç kalma, Hessy.”
Güldükten sonra “Tamam, anne.” dedim. Kylie de gülerken omzuma patlattı. “Ben ciddiyim. Yarın kimya sunumunu adam gibi yapman gerek. Bay Rossum’ın titizliğini sen de biliyorsun.”
Başımı sallarken “Evet, evet. Biliyorum, Ky. Geç kalmayacağım. Şimdi izin ver de eğlenelim.” dedim. Yanaklarından öptükten sonra dışarı çıktım ve kapıyı çektim. “Pekâlâ, nasıl gidiyoruz?” Elini kaldırıp evin önündeki Porsche Panamera’yı gösterdi. Etkilenerek ve aynı oranda şaşırarak baktım. Alt tarafı işlek bir kafesi olan birinin nasıl oluyor da, Porsche'u olabiliyordu?
Arabaya bindikten sonra –kapımı tutmuştu ve bunu salakça bulduğumu içimde tutmuştum- yola koyulduk. Çok geçmeden de partinin olduğu eve gelmiştik. Arabadan indik –yine kapımı açtı- ve eve girdik.
İçeri girer girmez bizi kalabalık, değişik kokuların karışımı –ki Xavier’ın deniz kokusu yanında diğerleri beni etkilememişti- ve rock müziğin coşkusu karşılamıştı. “Ben içki alayım ve sen de istediğin yere geç.” dedi Xavier sesini duyurmak için yükselterek. Başımla onayladım ve kalabalığın içine doğru ilerledim.
Canlı müzik olması beni etkilemişti doğrusu. Ayrıca çalan grup da gayet iyiydi. Şarkıları söyleyen kızın harika bir sesi vardı ve tarzına bayılmıştım. Kısa kahverengi saçları ve sarı perçemi kesinlikle mükemmel görünüyordu. Baterist sarışın kız kendinden geçmişti ve uzun sarı saçları uçuşuyordu. Basgitardaki kızın sevimli bir suratı vardı ve gitarla bütünleşmişti. Elektrogitardaki ve klavyedeki çocuklar ortamdan soyutlaşmış gibilerdi. Ayrıca söyledikleri şarkıya da bayılıyordum –The Pretty Reckles’dan Kill Me.
Kendi kendime şarkıya eşlik edip ritimle sallanırken Xavier elinde iki tane bira bardağıyla geldi. Birini bana uzatıp bana iyice yaklaştı. “İyiler, değil mi?” dedi. Başımla onayladım.
“Bugüne dek dinlediğim en iyi amatör grup.” diye cevap verdim. Şarkı değişmişti. Şimdi yine The Pretty Reckless’tan Factory Girl’ü söylüyorlardı. Xavier bana iyice yaklaştı ve “Adları Soul Of Rock ve birkaç tane kendi şarkıları var. Belki söylerler.” dedi. Ensemi ve kulaklarımı yalayan nefesi nefesimi kesip beni titretti. Gözlerimi yavaşça ona çevirdiğimde gülümsüyordu.
“Ne…” diye başlamıştım ama sesim çok garip çıktığı için boğazımı temizleyip yeniden söze girdim. “Nerede çalıyorlar?”
Bir süre hatırlamak için dudak büzdükten sonra “Star ya da o tarz bir ismi vardı sanırım barın. Tam hatırlamıyorum.” diye yanıtladı.
Başımı salladım ve gülümseyerek müziğin ritmine bedenimle eşlik ettim. Elimdeki bardaktan küçük küçük yudumlar alıyor ve Xavier’ın anlattıklarını dikkatle dinlemeye özen gösteriyordum.
7. bardağa geçmişken “Hey, Naval, buraya gelsene!” diye seslendi Xavier. Solist kızın “I’m sittin’ on the throne of rock. I’m gonna rule all of you. I’m sittin’ on the throne of rock. Hey, you! Respect my power…” diye söylediği nakarata –bu onların şarkılarından biriymiş ve ilk nakaratta kapmıştım- eşlik etmeyi bırakıp baktığı yöne döndüm ve 16 yaşlarında, yakışıklı bir çocuğun bize doğru geldiğini gördüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Song Of Destiny
Teen FictionGünün birinde yakışıklı bir çocuk durduk yere size asılmaya başlarsa ve okulda girdiğiniz her dersiniz ortaksa kendinizi sorgulayın kızlar. Çünkü her şey uğurlu kalemimin kurdelesini aldığı günle başladı. O gün ezilen ve hırpalanan kıza veda etme yo...