*Hester*
“Hester, saçımla oynayıp durmayı kes!” diye sızlandı Jason. Kıkırdayarak ikiz kardeşime sımsıkı sarıldım. Kollarımı uzaklaştırdı ve sinirle dudak büzdü. Bu ifadesiyle ve anneminkilerin aynısı gözlerle ona çok benziyordu.
“Tamam, saçlarının muhteşem görüntüsünü bozduğum için üzgünüm. Ama sana bir kusur gerekiyordu. Fazla mükemmeldin.” diye durumu kurtarmaya çabaladım. Sinirli ifadesini korumaya çalıştı ama başaramadı. “Gülümse. Kusur dediysek bu kadar demedik. Bu senin için bile fazla.”
“Bir daha yaparsan öyle bir karşılık vereceğim ki, bir daha yapmaya cüret edemeyeceksin.” dedi şeytani bir gülümsemeyle. Bu da babamın ifadesiydi. Genellikle annemi kıpkırmızı eden cinsel içerikli şakalar yaptığında bu ifadeyi takınıyordu. O yüzden gözlerim kocaman açıldı.
“Jason!” diye kızdım. Daha da çok sırıttı. “Ben senin kız kardeşinim!”
“Bu yüzden bu kadar güzelsin. Kan çekiyor.”
Alayla dudak büktüm. “Önce ben doğdum bir kere.” Saçımı savurdum. “Benim harikalığım babamın mükemmel genlerinden kaynaklanıyor.”
“Benim XY’m, senin XX’inden önce oluşmuş demek ki.” dedi bilmişçe dudak büzüp kaşlarını kaldırarak. Göz devirdim. Bunu yaptığımda anneme çok benziyordum. Tam karşılık vermek üzere ağzımı açmıştım ki babamın sesini duydum.
“İşte benim dünyalar güzeli çocuklarım,” diye mırıldandı ve elini belime koydu. Ona döndüm. Yanında tanıdık olmayan iki yüz vardı. “Hester, Jason, bunlar Sewell ve Morgan. Sewell eski bir dostumuz. Eskiden de Su Krallığı’nın en rütbeli hizmetkârıydı.” Dost kelimesini söylerkenki vurgusu ve Sewell dediği adama bakışı aslında dost olmadığımızı gösteriyordu. Jason tam bir prens duruşuyla önce Sewell’ın, sonra oğlu Morgan’ın elini sıktı.
“Memnun oldum.” dedi dümdüz bir sesle.
“Bizim kadar değil, majesteleri.” dedi Sewell. Gözlerim Sewell’dan oğlunun üzerine kaydı. Bakışlarımız buluştu. İnatla gözlerini kaçırmıyordu. Kaşlarım isteğim dışında alayla yukarı kalktı.
Morgan uzanıp elimi tuttu ve nazikçe öptü. “Memnun oldum, sevgili prensesim.” diye mırıldandı. Aksanı biraz garipti. Kelimeleri çok yuvarlıyordu. Başımı hafifçe eğdim ve benim de memnun olduğumu ifade eden bir şeyler geveledim. Bakışlarım inanılmaz bir parıltıya sahip sarı saçlarında ve çakmak çakmak ışıldayan mavi gözlerinde dolaştı. Belirgin yüz hatları fazlasıyla cezp ediciydi.
Sonra babama döndüm. “Annemizi gördün mü?” diye sordum. Başını iki yana salladı.
“Onu en son tahtların orada görmüştüm. Blaze’le birlikteydi.” dedi Sewell.
“Öyle mi? Teşekkür ederim.” dedim.
“Size eşlik etmemi ister misiniz?” diye soran Morgan’a zoraki bir şekilde gülümseyip başımı iki yana salladım.
“Teşekkür ederim ama kardeşim bana eşlik edecek zaten.” dedim. Morgan minik bir hayal kırıklığıyla gülümseyip başıyla onayladı. Jason’a baktım. Kolunu girmem için uzatıyordu.
“İzninizle.” dedi ben koluna girdikten sonra ve ilerlemeye başladık. “Sence kim bunlar?” İçimde patlayan dönüp bakma içgüdüsünü zorlukla bastırıp etrafa göz gezdirdim.
“Bu soruyu sormak için annemin yanına gidiyoruz ya zaten.” dedim. Tahtların olduğu platforma bakınca annem ve Blaze’i gördüm. Blaze’in tahtlara oturması yasak olduğu için annem de oturmamıştı. İkisi de ayakta duruyordu ve ellerinde süslemeli kadehler tutuyorlardı.
Hızlı adımlarla yanlarına ilerledik. “Anne, sana sormamız gereken bir soru var.” dedim anında. Annem şaşkınlıkla bize baktı.
“Evet. Size de merhaba çocuklar.” dedi.
“Sewell kim?” diye sordum annemin laf sokmasını görmezden gelerek.
İsmi duymasıyla gözlerindeki ifade değişti. “Eski bir dostumuz.” dedi. Yine aynı şey olmuştu. Dost kelimesi ağzından zor çıkmıştı. Anneme inanmadığımı göstererek kaşlarımı kaldırdım.
“Yapma ama Ocean! Sewell hiçbir zaman dost değildi.” diye itiraz etti Blaze. Bazen bu sevimli kadından sırf bizden daha çok şey bildiği için nefret ediyordum. Onun dışında şu koskoca adada, aileden gördüğüm kişilerden biriydi. Yaşı bizden çok büyük olmasına rağmen bizimle anlaşmıştı. Kendini teyze olarak göremiyordu. Bu yüzden Blaze dememizi tercih ediyordu. Ne diyebilirim? Ona teyze demek çok zordu. Kanındaki gençlik, delilik hâlâ capcanlı duruyordu.
“Blaze…” dedi annem uyaran bir ifadeyle.
“Belki de sevgilimi alıp uzun bir yürüyüşe çıkarmalıyım.” dedi Jason, Blaze’e yandan bir gülücük atıp göz kırparak. Blaze ona öpücük attı. Küçüklüğünden beri Jason’la aralarında böyle bir şakalaşma vardı.
“Teşekkür ederim, Blaze!” diye kızdı annem ve Blaze omuz silkti.
“Gerçeği bilmeye hakları var. Bu sizin, ailelerinin geçmişi. Anlat onlara gerçekleri.”
Annem iç çekti ve ona soran, bıkkın gözlerle bakan on altı yaşındaki iki çocuğa baktı. “Pekâlâ, işte başlıyoruz.” dedi ve anlatmaya başladı. Dünyaya bırakılmasını, babamla, Sewell’la, Blaze’le tanışmasını. Yaşadıklarını. Sewell’ın onu aldatmasını. Her şeyi tek tek anlattı.
Konuşma bittiğinde dürtüsel olarak gözlerim Sewell ve Morgan’ı aradı. Hâlâ konuştuğumuz masadalardı ancak babam yanlarında değildi. Morgan babasına işaret diliyle bir şeyler anlatıyordu. Kaşlarım istemsizce çatıldı. Demek aksan bozukluğunun sebebi buydu. Sağırdı.
Bakışlarım yumuşadı. O an hiçbir şeyi bilmiyordum. Sağır bir çocuğun hayatımın aşkı olacağını bilmiyordum. Ama yine de gülümsemiştim. Belki de içime doğmuştu, kim bilir?
Çooooook uzun bir aradan sonra geldi. Biliyorum. Bunun için cidden üzgünüm. Ama biraz problemler yaşadım. Uzun bir süre hiçbir şey yazamadım. Şimdi toparladım gibi. Bu kadar uzun aradan sonra yine kontrol edip okuyanlara teşekkür ediyorum cidden. Yorumlarınızı bekliyorum. Hadi bana biraz kızın =D Multimedia: Morgan
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Song Of Destiny
Novela JuvenilGünün birinde yakışıklı bir çocuk durduk yere size asılmaya başlarsa ve okulda girdiğiniz her dersiniz ortaksa kendinizi sorgulayın kızlar. Çünkü her şey uğurlu kalemimin kurdelesini aldığı günle başladı. O gün ezilen ve hırpalanan kıza veda etme yo...