Bölüm 12: "Cumartesi."
Toparlanıp evden çıkmayı ancak on iki gibi başarmıştım. Rüzgar'ın kaldığı eve gitmem gerekiyordu ve adresi önceki akşam almıştım, fakat evin yerini tam olarak bilmediğimden gitmekte zorlanacağımdan korkuyordum.
On beş dakika içerisinde buluşmuş olmamız gerekiyordu fakat hiçbir şekilde yetişemeyeceğimin farkında olduğumdan acele etmiyordum. Sallana sallana gidecektim, ne de olsa haftasonu bizimdi.
Bilfen Fen Lisesi'ndeki olaylardan sonra Kaan'ı bir daha ne görmüştüm ne de bahsi geçmişti. Rüzgar Bey, Kaan'ın gittiği hastaneyi bize söylemediği gibi gelişmelerden de haberdar etmeyi reddetmişti. Kaan'ın da sesi çıkmadığına göre ya hala acı içindeydi ya da Rüzgar, böyle salak bir davranışta bulunduğu için onu cezalandırarak telefonuna el koymuştu.
Belki de sırf beni meraktan öldürmek için bir şey söylememişlerdi. Yapmadıkları şey değildi ne de olsa.
Önceki gün hissettiğim o yoğun endişeyi üzerimden atmayı başarmıştım. Ağacın altında uyuyakaldığımda beni uyandırmaya gelen kişi garip bir şekilde Kıvanç olmuş, uyanmamakta ısrar ettiğimdeyse de beni kucağına alarak servise taşımıştı. Kucağında uyandığımda hissettiğim şaşkınlık o kadar güçlüydü ki, neredeyse Kıvanç'ın beni düşürmesine sebep oluyordum.
Diğer iki servis çoktan yola çıkmış olduğundan, okula geri dönerken basket takımının servisindeydim ve Kaan'la gerçekleştirdiğimiz o küçük gösteriden sonra ne Kutay ne de Cenk benimle konuşuyordu. Kısacası benim için biraz sessiz bir yolculuk olmuştu, çünkü cam kenarında oturuyordum ve yanımda Cenk vardı. Yol boyunca, arada sırada, gözlerinin sağ kolumdaki kan lekesine kaydığını gördüğümden bir süre sonra kazağımı boşvererek, kıvırmış olduğum kolu tekrardan indirmiştim.
Okula vardığımızda ilk işim kanı temizlemek olmuştu.
Kutay, o servis yolculuğundan başlayarak ben evden çıkana kadar benimle tek kelime konuşmamıştı fakat umursamamaya çalışıyordum. Bana kızmıştı, bu çok belliydi, fakat eğer iki medeni insan gibi bunu konuşmak istemiyorduysa kendi bilirdi.
Otobüse binmek üzere karşıdan karşıya geçtikten sonra kendimi bir kırtasiyenin karşısında buldum. Kırtasiyelerin benim için pek bir önemi yoktu, fakat Kaan'ın kırtasiye ürünlerine beslediği sevgiyi, Rüzgar'ın da her zaman yeni bir resim defterine ihtiyacı olduğunu biliyordum. Onlara birer hediye alırsam ne kadar mutlu olacaklarını düşünerek dükkana girdim ve hoşlarına gidebilecek bir şeyler aramaya başladım.
En sonunda ikisine de gördüğüm en ilginç hediyeyi, yanında beyaz kurşun kalemiyle gelen siyah bir defteri almakta karar kıldım. Kaan hediyenin sırf ilginçliğini bile sevebilirdi; Rüzgar'ınsa hediyeye bayılacağına adım gibi emindim. Defterin kağıdı resim yapmaya çok uygundu ve siyah sayfalardan oluştuğu için Rüzgar beyaz boyalarla rahatlıkla çalışabilecekti.
Beyazın hak ettiği değeri görmediğini ne zaman resim yapsa tekrarlayan o değil miydi?
Bulduğum hediyeden memnun bir şekilde kasaya gittim ve defterleri satın aldıktan sonra hediye pakedi yaptırdım. Kırtasiyeden çıktığımda yaklaşık bir on beş dakika harcamış olduğumu görmemle, otobüs durağına doğru koşmam bir oldu. Sırtımda çantam, elimde poşedim, durağa vardığımda nefes nefese kalmıştım.
Otobüsün gelmesi başka bir on dakikamı aldı fakat şanslıydım; otobüs neredeyse boş olduğundan oturacak yer bulabilmiştim ki bu İstanbul'da çok nadir olurdu. Belki de bu Cumartesi insanlar her şeyi boşverip evlerinde oturma kararı almışlardı, belki de artık herkesin kendi arabası vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cam Kırıkları | askıda
Подростковая литератураÜç yıl öncesinde kalan bir arkadaşlık, saçma sapan bir sebeple "değişim öğrencisi" statüsüne geçen bir genç kız, kayıplara karışmış bir dost, yeni arkadaşlıklar, dayanışma, kavgalar, kalp ve cam kırıkları. Başlangıç: 11 Mayıs 2013 Bi...