: on dokuzuncu bölüm

11K 654 143
                                    

Şu ana kadar gelmiş olan en uzun bölümden sevgilerle! 

Not: 19 sayfanın hatrına normalden biraz daha uzun yorumlar yapabilirseniz sevinirim, çünkü gerçekten üzerinde çok uğraştığım bir bölüm oldu :)

Bölüm 19: "Şişe Çevirmece."

Gecenin bir yarısı kuru bir ağız ve guruldayan bir mideyle uyanmanın belki de en kötü yanı, rahat bir uyku çekiyorken yataktan çıkmaya zorlanmaktır. Uzun saatlerdir ağzıma bir lokma yemek koymamış olmanın getirdiği sahte baş ağrısıyla yataktan kalkmaya çalışırken dengemi yitirip neredeyse yere kapaklanmama neden olan baş dönmesi, aç kalmış olmamın ciddi bir problem olduğunu bağırırken tek odaklanabildiğim odanın birden ne kadar sıcak olduğuydu. Bedenimin etrafını ikinci bir deri gibi saran örtüden kurtulmayı başarıp temkinli adımlarla odanın kapısına doğru ilerledim. Tam kapı kolunu çevirip dışarı, koridora çıkacaktım ki bir an elim kapı kolunda kaldı. Ya biri bu saatte su içmeye kalktıysa ve beni görürse, tarzı düşünceler beynimi teker teker işgal ederken, başıma giren ani bir ağrı dalgasıyla yere çakılmamak için kapı kolunu daha da güçlü bir şekilde kavramam gerekmişti. Baş ağrısından kaynaklanan mide bulantısı kendini daha bir belli ederken evdekilerin beni görmesi fikrini umursamamaya başlamıştım.

Kapıyı açıp koridora çıktığımda beni karşılayan ilk şey serinlik oldu. Oda, camları da açmamış olduğumdan—biraz paranoyak davranıyor olabilirdim—uyuyarak geçirdiğim saatler boyunca aynı havaya maruz kaldığından içerisi ister istemez ısınmıştı ve koridordaki hava daha bir ferah, daha bir serin geliyordu. Merdivenlere doğru olabildiğince sessiz bir şekilde ilerlerken odanın kapısını, az çok havalanmasını umarak açık bıraktım. Kat zeminini kaplayan ahşap parkenin hemen ortasına konulmuş olan halı zeminin bütün girinti ve çıkıntılarını son derece güçlü bir şekilde çıplak ayağımın altında hissederken, merdivenin yanındaki kat korkuluklarına tutunarak, basamakları birer birer indim. Karanlık ve sessiz ev, normal bir gecede beni korkutabilecek kadar durgun bir havadaydı fakat o halimle kendimden başka bir şeye odaklanmayı pek başaramıyordum. Zayıf bir bünyem vardı ve kendimi on iki saatten fazla bir süre aç bırakmanın acısını çekiyordum.

Sessiz adımlarla mutfağa girdiğimde elimle duvarı yokladım ve ışığı açtım. Mutfak, ilk önce titreyen ve ardından ortalığı tam güçle aydınlatan lambaların yanmasıyla daha bir canlı görünmüştü gözüme. Etrafın sessizliği ve bir korku filminden çıkmış gibi duran eşyaların garipliği daha bir aydınlanmış da olsa, o an aklımdaki tek şey kesinlikle bir bardak su içtikten sonra bir şeyler yemekti.

Cam bardağa koyduğum soğuk suyu kafama dikmemin ardından öksürüklere boğuldum. Yemek borum yanıyordu. Suyun bu kadar hızlı, bu kadar bütün içilmemesi gerektiğini vurgularcasına bir şeyler oturmuştu boğazıma. Yemek yedikten sonra geçmesini umarak yutkundum ve buzdolabına doğru yöneldim.

Hala uykum vardı ve yeni uyanmıştım; gözlerimin etraftaki ışığa alışması düşündüğümden de uzun sürüyordu. Dolaba yerleştirilmiş beyaz porselen kâseyi alarak kenardaki yemek masasının üzerine yerleştirdim ve ben bunu yaparken çıkan tok sesin evdeki ölüm sessizliğini bir anlığına bile olsa kesmesini yarı açık gözlerle izledim. Sandalyelerden birine oturarak kâsedeki mandalinalardan birini alıp soymaya başladım. Gecenin bir yarısı yemek yemek—hele o yemek zeytinyağlıysa—midemi öldüreceğinden meyve yemekte karar kılmıştım; sabah olup da Safir Ailesi evden gidince ne de olsa kendime düzgün bir kahvaltı hazırlardım.

Birkaç mandalina sonra biraz daha kendime gelmiş gibiydim; en azından baş dönmesinin etkisi oldukça azalmıştı ve midem de eskisi kadar çok bulanmıyordu. Kabuk çöplerini metal çöp kutusuna attıktan sonra kâseyi dolaba geri kaldırdım ve su içerken kullandığım bardağı bulaşık makinasına koydum. Gördüğüm kadarıyla Kutay'ın annesi titiz bir insandı ve oradaki varlığını hatırlamadığı bir bardak bile büyük sorunlar çıkarabilirdi.

Cam Kırıkları | askıdaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin