@The-way-who-I-am , hesabını kapatıp gittiğini biliyorum. Bu hikayenin varlığından bile haberin yok belki. Ama bu ortamda en güzel arkadaşlığımı her şeye rağmen seninle kurdum. Bu yazdıklarımı göremeyecek olsan bile bu bölümü sana ithaf ediyorum Deniz. Belki her şey bittiğinde geri döner ve bu yazdıklarımı görürsün. O güne kadar bu not duracak, sen gelmesen bile duracak. Seninle konuşmayı özledim, keşke gitmeseydin ve o sıcacık yorumlarınla bu hikayeyi de ısıtsaydın. Ama olsun, bu bölüm sana ait. Bir gün dönersen açıp okuyabileceğin bir yerde.
Cesaret ve aptallık, sınırları incecik bir iple çekilmiş iki farklı ülkenin toprakları gibiydiler ve Hermione Granger her defasında bu iki ülkenin topraklarını ayıran o incecik ipte yürüdüğünü düşünürdü. Adımları biraz sola yöneldiğinde cesaretin esiri olur, birkaç santim şaştığındaysa aptallığın topraklarına düşerdi. Çağının en zeki cadısı olmak elbetteki bu ayrımı yaparken işini kolaylaştırır, doğru rotada dümdüz adımlarla ilerlemesine yardımcı olurdu. Fakat bazen, bu çizgiyi aşıp aptallıkta mastır yaptığını düşünürdü, aynı şu anda olduğu gibi.
Aptallık, cesaretin topraklarında barındığını sanan kişiler içindi, kaçmak yerine üzerine koşmayı cesaret sanan basit insanoğulları için. Cesaretse, aslında kaçmanın gerçekte ne demek olduğunu bilenlere ait bir kavramdı. Kaçmak; nereye, nasıl gideceğini bilmeden koşmaktı. Sorunlardan uzaklaşan bir yol değil, aksine sorunun içine atlayan bir çözümdü. Arkasında bıraktıklarını umursamamak için çaba sarf edenlerin, geleceği ve olacakları bilmeden koşanların yoluydu. Yüzleşmekten kaçmak değildi bu, aksine sorunlarla yüzleşmenin, kendisiyle yüzleşmekten daha kolay olduğunu görenlerin yoluydu. Zor olan, aslında aptallara en kolay görünen yoldu: Kaçmak.
Korkaklıksa bambaşkaydı. O, kolay gözükenin aslında en zoru olduğunu fark edemeden, o ince çizgiyi adımlamaya hazır olamayanlar için geçerliydi. Hermione Granger, bunları düşünüyordu. Gözlerini açamayacak kadar korkaksa eğer, şapka neden onu Gryffindor'a vermişti?
Beyninin içinde bir şeylerin dans ettiğini hissetti, şakakları zonkluyordu, sanki gözkapaklarının üzerine tonlarca ağırlık konulmuş, irislenin bu ağırlık altında ezilmesi istenmişti. Nefesleri, milyonlarca iğneye dönüşmüş, ciğerlerine batıyor, boşluğunu acıtıyorlardı. Durdurmak istedi, fakat bunun için fazlasıyla güçsüzdü. Vücudu ondan komut almıyor gibiydi, çökmüş gibi.
Fakat bütün bu rahatsız edici hisler, beyninde dönüp duran çarkların yanında bir hiçti. Gözlerini açmayışının, açamayışının sebebi buydu işte. Düşüncelerin ona sunduğu dehşetin, gözlerini araladığında üzerine çullanacağını biliyordu. Lakin bütün bununla da bitmiyordu, gözlerini açtığında eninde sonunda bakışlarıyla kendisini göz hapsine alacak bir isim vardı. Ve Hermione Granger bunu kabullenemese bile bu mavi-gri kasırgalara bakmaktan ölesiye korkuyordu.
Bu defa farklıydı, her şeyi mahvedişinin, kurduğu bütün o kulelerin yıkılışının sesini duyabiliyordu. Kendisini tanıyordu, sarhoşken her şeyi yapmış olabilirdi, çocuğa her şeyi anlatmış olabilirdi.
Boğazının yandığını hissetti, bütün organları kızgın lavlarla yakılıyor muydu? Yoksa bütün bedenini ele geçiren bu yakıcı his içine düşmüş bir kor alev miydi? Aldığı her nefes henüz ciğerlerine ulaşamadan bu alevde kayboluyordu sanki. Sıcak, vücudunun tamamını işgal etmişti fakat o üşüyordu. Hırıltıyla nefesini dışarı verdi, dışarının soğuğu içindeki ateşi söndüremediğine göre bunu kendisi yapmalıydı. Su diye düşündü. Bir bardak su.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MOON
Fanfiction"Ve son olarak Granger, Ay'ın kendi ışığı yoktur sadece Güneş'ten aldığı ışığı yansıtır. Haklıydın ben Ay'ım. Ve sen benim ışığımsın. " Kapak yapımı draconunmeleklerine aittir. Tüm hakları draconunmelekleri hesabına aittir. Ocak/2016 Yayımlanma...