11. Tutsak

4.9K 280 686
                                    

Vampirler duygularını kapatıp hiçbir şey hissetmeyebilirler. Küçük bir hatırlatma sadece.

  

Kalpler birbirlerine tutsak olduklarında özgürlük, tek bir kalp diğerine zincirlerle bağlandıysa da acı; daha önce hiç olmadığı kadar gerçektir.

"Ne?" diye fısıldadı Lexi boşluğa. "Sürtüğün mü?!" Dudaklarından dökülen her bir kelimeyle, kalbinin ortasında bir yerlerde bir şeyler yok oluyordu. Hissedebiliyordu, acı sanki fizikseldi. Gerçekten de her bir hücresi yanıyor, elleri titremek için yalvarıyordu.

Anlamıştı. Sam ölmemişti, hiç kimse kalbini söküp atmamış, hiçbir zaman kalbine bir kazık sokulmamıştı. Evet, Sam ölmemişti fakat şimdi karşısında dikilip Lexi'nin daha önce hiç görmediği şeytanca gülümsemesiyle öylece dururken yaşamıyordu da.

İnsanlığı gitmişti. Tüm duygularını yok etmiş, hiç olmadığı birine dönüşmüştü. Lexi ağlamak istiyordu. Başına ne gelmişti? Hangi acı bu kadar katlanılmazdı ki duygularından vazgeçmişti Sam?

Hafifçe yutkundu kız. "Sen duygularını-"

"Evet, kapattım. " dedi çocuk, kızın yarım kalan cümlesini bir çırpıda tamamlarken. Kıza doğru ilerledi ve onun etrafında bir tur dönerken yüzüne doğru soludu. "Kişisel algılama güzel şey. Gerçekten de seninle çok mükemmel şeyler yaşadık. Ama şu an-" dedi kızın çenesini tutup. "-hiçbir anlamın yok. Ne acı değil mi?"

"Sam," diye fısıldadı Lexi oğlanın suratına. Çaresizlik boğazına öyle çok düğüm atmıştı ki konuşamıyordu. Nefeslerini düzenlemeye çalışırken elini, çenesinden çeken vampiri süzdü. 64 yılının mükemmel geçmesini sağlayan, onu bir canavardan duyguları olan birine dönüştüren adam karşısındaki kişi miydi gerçekten de? Yoksa özlemi onu halüsinasyonlara mı hapsediyordu?

"Sen," diye mırıldandı güçsüzce. "-bunu bana yapmazsın. Sen ne olursa olsun duygularını kapatmazsın." Ellerinden birini çocuğun yanağı üzerine yerleştirirken yüzünde peydah olan umut dolu gülümseme, hayal kırıklığıyla yıkılacağını bile bile öylece bekliyordu. Gözyaşlarından birisi onun kontrolü dışında yanağından süzüldü ve dudakları arasından geçerken gülümsemesi yavaşça silindi.

Sam, kızın elini yüzünden çekti ve yüzünde hiçbir mimik oynamazken konuştu. Her bir kelimesi farklıydı. Lexi anlamıştı, Sam'i asıl şimdi kaybediyordu. "Bu kadar oyun yetmez mi sevgilim (!)?"

Yıkılışı öylesine büyük, öylesine acı vericiydi ki kulakları uğulduyordu. Duyamıyordu, kalbinin ritimleri dışında yalnızca çaresizliğinin ve kaybedişin çığlıkları yankılanıyordu. Duyamıyordu, kendisine kaçması için haykıran Draco'yu da duyamamıştı.

Ne olduğuna anlam veremediği saniyeler boyunca öylece yüzüne bakıyordu Sam'in. Algıları işlemiyor, gözleri görmüyor, hatta kalbi dışındaki hiçbir organı görevini yerine getiremiyordu.
O aptal organsa yalnızca acıyla kasılıyor, ona ruhunu daha da daraltan bir çıkmaz armağan ediyordu.

Sam'in kendisine doğru ilerlediğini gördüğünde istemsizce geriledi. Bir adım, bir adım daha ve bir adım daha. Sırtı duvara vurduğunda kalbinin kapakçıklarının titreşimini bile duymuştu. Sam tam önünde durdu. Şimdi Lexi'nin gözleri çocuğun elindeki bir nesneyi bulanık da olsa fark etmişti. Neydi bu?

Sadece bir saniye sonrasında kabindeki acının yayıldığını hissetti. Başlarda acı her yerdeydi, sonraysa anladı. Kalbinin çok çok az sağ yanında bir acıydı bu. Gözleri bedenine saplanmış, kalbini milimlerle kaçırmış kazığa ilişti: Sam'in kendi bedenine sapladığı kazığa.

MOONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin