17. Sır

4.4K 238 556
                                    

İçinizde yanan cehennem söndüğünde cennete vardığınızı sanırsınız. Ta ki cennetinizin yalnızca ateşin söndüğü yer olduğunu anlayana kadar. Ortada bir sır olduğu zaman cennet ve cehennem aynı çizgidedir, yanmak ve sönmek arasındaki çizgide. Sırlar insanların en büyük düşmanlarıdır, yakmayı, insanı kor ateşlere atmayı seven düşmanlar.

*****

Güneşin ilk ışıkları, artık sabah olduğunu belli edercesine odanın küçük penceresinden içeri sızdığında havaya karışmış binlerce toz tanesinin danslarını izliyordu sessizce. Birbirlerine karışıyor, yönleri şaşmışçasına bir aşağı bir yukarı süzülüp duruyorlardı.

Pencerenin kenarındaki mindere yaslanmış, kızıl saçlarının çevrelediği Ginny neredeyse uyuyordu. Neredeyse. Şimdi onu uyandırsa kendisine söyleyeceği ilk şey aslında uyumadığı yalnızca gözlerini dinlendirdiği olurdu.
Hoş, uyumasında da bir problem yoktu ya. Dün gece yorulmuştu, ondan önceki geceyse muhtemelen heyecandan uyuyamamıştı. Onu suçlamıyordu. İstediği kadar uyuyabilirdi.

Hermione Granger'sa artık dünyayı terk etmiş gecenin, yaşattığı karmaşık duygular arasından, yorgun fakat ayık gözleriyle odayı süzüyordu her bir detayıyla. Başını dayadığı masadan yavaşça doğruldu ve tutulmuş boynunu gevşetmeye çalışırken arkasına yaslandı.

Hâlâ bir ses yoktu. Dün gece belli bir saatten sonra Draco'nun sesi kesilmişti. Telaş, bedenine hükmederken korkmuştu. Bunu itiraf etmek de bir şey miydi sanki? Ona bir şey olmaması için Tanrı'ya ettiği duaların sayısını bilmiyordu bile.

Şimdi böyle tepkisizce oturmayı nasıl başarabildiğini de bilmiyordu. Tek istediği onu o kapıdan canlı çıkarken görmekti. Canlı. Mümkün müydü? Ona düşündüğünden çok daha kötü bir şey olması?

Zihnindeki her hücre buz tutarken düşüncesinin bile kendisini delicesine korkuttuğu şeyi zihninden koparıp atmak istedi. Bulaşıcı bir hastalık gibi bedeninin ve ruhunun her bir köşesine yayılıyordu çünkü. Onu içten içten fethediyor gibiydi.

Sandalye ile duvarın olduğu yere doğru döndüğünde tırnaklarından birini kemirmeye başlamıştı bile.
Yavaşça duvara yaklaştığında kulaklarından birini duvara yasladı.

Bir nefes sesi bile yeterdi. 

Duyamadı.

Zifiri karanlıktan daha yalnızca bir şeydi bu, sessizlik. Hiçbir ses yoktu, başka hiçbir iz olmadığı gibi.

Draco'nun içerde bir yerlerde olduğunu biliyordu, asasını fırlatıp da girmişti içeri ne de olsa. Tek sıkıntısı onun ne halde olduğunu bilmemekti. Sorun nefes alış verişini bile hissedememesindeydi. Bu sanki kendi nefesleri kesiliyormuş gibi hissettiriyordu.

Öylece karşısındaki kitaplığa bakarken gözlerinin önünde belirdi Draco'nun gözleri. Mavi-gri okyanuslar değildi bu kez gördüğü, dün geceki gözlerdi. Damarlarının, masmavi irisleri hariç gözlerinin her yanını kapladığı, kanlanmış gözlerini görüyordu şimdi. Acı çekerken ellerini kaldırıp ona dışarı çıkmasını söylediği anki gözleri görüyordu, o anki sesi çınlıyordu kulaklarında. Onun kendisinden kaçmasını hangi acı sağlayabilirdi ki?

MOONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin