Bölüm 24

1 0 0
                                    


Zebaninin yok olması ile beliren kapıdan geçmiş ve ölüm diyarının ikinci katına inmiştim. Burası birinci kat gibi çorak topraklardan oluşmuyordu, tam tersime etrafta her biri 1000 insan boyunda olan devasa ağaçlar ile kaplıydı. Bu ağaçları gördüğüm zaman aklıma anneannemin köyünde bulunan ulu çınar ağacı geldi. Söylenenlere göre o ağaç tam 250 yaşındaydı ki burada bulunan ağaçlar ulu çınarın neredeyse 50 katı büyüklükteydi. Demek ki en azından 12500 yaşındadırlar diye düşündüm ilkokul matematiğimi kullanarak. İkinci katmanın tabanı kan kırmızı bir sıvıyla kaplanmıştı. Neredeyse bir parmak boyuna gelmiş sıvı nedeniyle zemin üzerinde yürümek hemen hemen imkansızdı. Bir ara neredeyse dengemi yitirip yere düşecektim ki son anda bir el beni ensemden yakaladı ve doğrulttu. Bu gördüğüm ikinci katın zebanisi olmalıydı.

"Bu diyarda bastığın yere dikkat et küçük dostum, eğer düşersen bir daha eskisi gibi kalkamayabilirsin."

Sen kimsin, diye sormama gerek yoktu. Kim olduğu belliydi ve bir önceki kattan edindiğim tecrübeye dayanarak bir sonraki kata geçebilmem için gerekli anahtarın bu zebani de olduğunu biliyordum. O yüzden söze başka bir soru ile devam ettim;

"Hükümdarlığını yaptığın bu ölüm diyarını bana anlatabilir misin?"

"Seve seve tur rehberin olurum küçük dostum, lütfen beni takip et."

Zebaninin bu sözü üzerine hemen peşine düştüm. Zebani önde ben arkada kaygan zemin üzerinde ilerleyerek yüce ağaçlar arasından geçtik ve sonunda büyük bir açıklığa denk geldik. Açıklığın üzerinde 7 farklı yönde 7 farklı tepe bulunuyordu. Tepelerin arasında biraz önce geçtiğimiz yerdeki ağaçlardan vardı ve zemini yine kar kırmızı sıvı ile kaplıydı. Zebani tepeleri işaret ederek dikkatimi o yöne çekti. "Görüyor musun?" dedi, "Her tepenin zirvesinde bir kişi bulunuyor. Bunlar dünyaya hükmetmiş, namları zalimlik ve zulüm ile yayılmış yedi büyük kraldır. Bu kat onların cehennemidir. Bir de burada dünya üzerinde savaşarak can veren ruhlar bulunurlar. Bunlar arasında da kimileri haklı bir dava uğruna savaşmışlar ile şan şöhret ve zenginlik için savaşmış ruhlar vardır. Bunlardan cezalarını tamamlayıp ruhları arınanlar zamanı geldiğinde bu diyardan kurtulurlar fakat tepenin üzerlerinde bulunan yedi kral asla buradan kurtulamayacaklar. Onlar sonsuza dek azap çekeceklerdir. Şimdi sana bu anlattıklarımı canlı izleme fırsatı sunuyorum. Arınma ve cezalandırılma vakti geldi."

Zebaninin elinde bir anda büyük bir asa belirdi ve asayı havaya kaldırarak yere vurduğu anda büyük bir gürültü koptu, yer sarsıldı, ağaçların yaprakları sallandı ve sallanan dallardan binlerce belki de milyonlarda ruh ellerinde kılıçlar, kalkanlar, yaylar ile dallardan aşağıya kan kırmızı zeminin üzerine düştüler. Kan kırmızı sıvıya bulunan ruh büyük bir nefretle doğruluyor en yakınındaki diğer ruha elindeki silah ile saldırıyordu. Büyük bir muharebe başlamıştı. Bu arada bir şey fark etmiştim; ne zaman bir ruh öldürülüp yere düşse tepenin üzerinde bulunan hükümdarlar acı içinde inliyorlardı. Sanki her bir kılıç darbesini vücutlarında hissediyorlardı. Aşağıda büyük bir vahşet yaşanıyor ve benim midem bu vahşeti kaldırmıyor...

"Ağaçlardan düşen her bir ruh, dünya üzerinde yapılan savaşlarda ölen kişilerdir. Yerde kaplı sıvı da onların kanıdır. Dünya üzerinde bir çok ölüme sebep olmuş bu hükümdarların cezası da yine onların zenginlik hırsı, egoları ve iktidar aşkları yüzünden ölmüş binlerce ruhun her birinin çektiği acıyı hissetmek oldu, hem de gerçek anlamda bir histen bahsediyorum. Ölen her bir ruh karşılığında onların vücutlarında bir adet yara açılır ve gördüğün gibi savaşlar devam ettiği sürece de vücutlarında yaralar açılmaya devam edecek. Eğer bir gün dünya üzerinde ki savaşlar biter ve barış hüküm sürerse işte o zaman onların da cezaları sona erecektir."

"Yani biraz önce dediğin gibi cezaları asla sona ermeyecek" diye cevapladım bir yıl önceki çocuksu umudumun tamamını yitirmiş bir şekilde. Artık perdeler kalkmış, dünyanın eğlenceli ve mutlu bir oyun alanı olmadığını öğrenmiştim. Ne ben "La Vita e Bella" filminde ki küçük Giosue idim, ne de babam Roberto Benigni idi. Hayatın tüm acılarıyla bu küçük yaşımda, bir başıma yüzleşmek zorunda kalmıştım.Savaşı ve ölümü gerçek dünyada en acı yolla, annesini ve babasını kaybederek öğrenmiş ben şimdi insanlık lugatına asla girmemiş olması gereken bu iki kelimenin tarihin başlangıcından bu yana insanların hem dünyevi hayatlarını hem de ahret hayatlarını nasıl mahvettiğine canlı tanıklık ediyordum. İnsanoğlu dünyada ki savaşlar yetmemiş gibi öldükten sonraki yaşamlarında da birbirleriyle ölümüne savaşıyorlar ve sonsuza dek savaşacaklar... Keşke tüm bu savaşları engelleyecek gücüm olsaydı. Keşke Kripton gezegeninden gelen Superman olabilseydim. Fakat böyle şeyler sadece çocuklara anlatılan hikayelerde olur ve ben çocukluğumun tüm masumiyetini bir köy kahvesinde televizyon karşısında kaybetmiştim.

Bir süre sonra zebani elindeki asayı tekrar yere vurdu ve biz çok uzaklara, savaştan çok uzak bir yere ışınlandık. Zebani bana baktı, sana gösterdiğim şeyler için senden özür dilerim küçük dostum ama ruhunun evrilmesi ve bir sonraki kata inebilmen için bunlarla yüzleşmen gerekliydi, dedi. Daha sonra elindeki büyük asayı tekrar yere vurduğunda tam asanın olduğu yerde bir öncekine benzer bir kapı belirdi.

"Artık gitmeye hazırsın sevgili dostum, bundan sonraki yolculuğun için hazırsın" dedi. Kapıyı açıp merdivenleri inerken aklıma sonsuz işkenceler görecek yedi kral geldi; içimde onlara karşı en ufak bir acıma duygusu yoktu.

0aUݗ

Kahramanlar ve YolculuklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin