Bölüm 30

1 0 0
                                    


"Hayat sen başka planlar yapmakla meşgulken, başına gelen şeydir."

John Lennon

40 katlı bir gökdelenin merdivenlerini ağır ağır çıkıyordu. Her katında dört dairesi, her dairesinde dört ruhu barındıran gökdelenin dördüncü katındaydı. Katları birer birer tırmanıyor, her bir katta karşısına çıkan on altı ruha başıyla bir selam verip ilerliyordu. Yüzlerce hikayeyi geride bırakıp son kata kadar geldi. Asıl istediği, peşinde olduğu hikaye burada yaşayan adamın hikayesiydi. 40 katlı gökdelenin 40. Katında tek başına yaşayan adamın hikayesi... Her insan ölümü bir şekilde tadardı ve tadacaktı fakat peki ya bütün hayatını en tepeye çıkmak için harcamış bir insan ansızın öldüğünde ne hissederdi? İşte muhabirin de asıl merak ettiği bu sorunun cevabıydı. Gökdelenin önünden geçerken tepede uçuşan yüzlerce leş kargasını fark edip de yönünü değiştirmiş, buraya kadar gelmişti. Bir zamanlar en lüks eşyalarla donatılmış, çatısında sahibini şehrin keşmekeş trafiğine sokmadan istediği yere ulaşmasını sağlayacak bir helikopter ile jakuzi ve sauna bulunan devasa bir evdi. Şimdi geriye hiçbir şey kalmamıştı. Artık kullanılmayacak durumda olan helikopter parçalanmış tavandan aşağı düşmüş, salonun ortasında karaya vurmuş kocaman bir balina misali yatıyordu. Zenginler neden lüks arabalar yerine helikopter kullanırlardı? Aşağı tabakadan gördükleri işçi sınıfı insanlarla yan yana gelmemek için mi yoksa onlara hayatlarında her zaman yaptıkları gibi tepeden bakabilmek için mi? Belki ikisi de değildi, bilmiyordu. Zaten zenginleri hiç anlayamıyordu. Helikopteri biraz ilerisinde aradığı kişiyi buldu; parçalanmış cesedinin başına çökmüştü. Gözlerinde hüzün ve kabullenememişlik vardı. "Nasıl oldu da bu duruma gelebildim? Daha yapacak ne çok işim vardı oysa ki; tamamlanmayı bekleyen bir dolu proje, imzalanacak milyon dolarlık anlaşmalar, gidilmesi gereken iş toplantıları... Şimdi bunca işi kim yapacak? Kesin o çakal genel müdürüm şimdiden işleri kendi üzerine devralmıştır. Onca yıldır çalışıp didinip de kurduğum imparatorluğu birkaç çakala kaptırdım. Keşke zamanında annemin sözünü dinleyip de evlenseydim, bir çocuk yapsaydım. En azından gözüm arkada kalmazdı, oğlum tüm işlerimi devralırdı. Ama işte olmadı ne yapayım, işlerin yoğunluğundan bir türlü evlenmeye vakit bulamadım. Hem bu devirde nerden bulunurdu ki güvenilecek bir kadın! Hepsi paragöz, zengin bir koca bulup kolay yoldan köşeyi dönme peşindeler. Ben o kadar çalışıp didinip para kazanıyım sonra biri gelsin tüm varlığımın yarısına öyle şıpadanak konsun. Öyle kolay değil bu işler."

"Nasıl bu kadar zengin oldun anlat bana ki ben de senin başarı hikayeni tüm gençler ile paylaşayım. Bu sayede gençler de seni örnek alıp yolundan gidebilsinler."

Gençlerin kendisini örnek alacaklarını duyunca bir an gözleri parladı. Tıp ki bir zamanlar üniversitelerin kongrelerine gidip, binlerce gence böbürlenerek anlattığı başarı hikayeleri gibi... Nasıl da gıpta ile bakıyorlardı ona, hepsi üniversiteyi bitirip de onun gibi olma hayali kuruyorlardı. "Peki" dedi zengin adamın ruhu, "Sana bu büyük başarı hikayemi anlatacağım, anlatacağım ki bu büyük insanı herkes bilsin ve hayatlarını benim gibi yaşayabilsinler." Hikayesi şöyleydi;

"Orta halli bir ailenin tek çocuğuydum. Ailem her zaman benim güzel bir okulu bitirip doktor çıkmamı ümit ediyorlardı ama doktor dediğin maaşla çalışan bir devlet memuruydu. Kazancı üç beş kuruştan öteye gitmezdi. Benim ise gözüm çok daha yükseklerdeydi. Üniversite sınavında açıkta kaldıktan sonra babama yalan söyledim; özel bir üniversitede tıp fakültesini %50 burs ile kazandığım yalanını... Bu söylediğim ilk yalan değildi tabi ama şimdiye kadar bu kadar büyük bir yalan söylediğim olmamıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse biraz heyecanlanmış ve foyam meydana çıkar diye korkmuştum. Neyse ki korktuğum başıma gelmedi. Her gün evden üniversiteye gider gibi çıkıyor, babamdan üniversite ücreti, kitap parası, yemek parası vb... şeyler için aldığım paraları ufak tefek ticaret işlerine yatırıyordum. İlk senemde aldığım tüm parayı batırmıştım. İkinci sene de aynı şekilde devam ettim. Farklı sektörler deniyor ama bir türlü başarılı olamıyordum. Şansımı yanlış sektörlerde deniyordum. Anlaşılan ticaret pek bana göre değildi. Üçüncü senemde şansımı farklı bir sektörde denedim, bir arkadaşımın tavsiyesi ile elimdeki parayı borsaya yatırdım.Allahtan yaşadığım ülke politik açıdan pek istikrarlı değildi ve ben işten anlamaz siyasetçiler sayesinde üçüncü senemin sonunda hem ilk iki senemdeki zararımı kapatmış hem de üstüne bir o kadar da para kazanmıştım. Artık işler yoluna girmeye başlamıştı. Dördüncü senemde büyük bir şans kapımı çaldı; Çin Halk Cumhuriyeti. Bütün dünyayı kasıp kavuran büyük bir pazar ve elindeki bütün sermayeyi burayı yatıran ben... Milyonlarca tok karnına tüm gün çalışıp ürettikleri bir dolarlık binlerce malı koca koca gemilerle ülkeye getirip 1 e 10 katarak piyasada satmaya başlamıştım. Bir sene sonra elimdeki parayı 10 katına çıkardım ve sonunda son seneme gelip çattım. Babamın heyecanı gözlerinden okunuyordu. Biricik oğlu çok yakında doktor olarak çıkacaktı. Aile meclislerinde konu komşu akraba kim varsa herkese oğlunun büyük başarısı, onu nasıl canını dişine takıp dişinden tırnağından arttırdığı paralarla nasıl okuttuğunu anlatıyordu. Yakında oğlu mezun olacaktı ve sonunda o da mobilyacı dükkanını kapatıp emekliye ayrılacaktı. Ne de olsa oğlu ona krallar gibi bakardı. Bakmasına bakardım, hatta şu an bile istese dükkanını kapattırıp güzel bir sahil kasabasından bir yazlık alırdım. Bütün gününü küçük bahçesinde sebze meyve ekerek geçirir, çok sıcaklar olduğunda gider denize girip serinler sonra köy kahvesine gidip arkadaşlarıyla okey oynar, ne olacak bu ülkenin hali tartışmalarına girer, akşamları da bir duble rakısını içip huzur içinde yatağına girebilirdi. Ama nasıl söyleyecekti ki oğlunun ona yalan söylediğini... Bütün hayallerini nasıl yıkabilirdi... Doktor olmasını beklediği oğlu onu yıllardır kandırıyordu. Yalan konusunda çok iyiydim ama doğruyu söylemek ve bunun sonucunda olacaklar ile yüzleşme konusunda ise bir o kadar başarısızdım. Sonunda bir gün tüm cesaretimi toplayıp eve gittim. Artık babama gerçekleri söyleme vakti gelmişti. Evin önüne geldiğimde büyük bir kalabalık ile karşılaştım. Konu komşu herkes toplanmıştı. Beni gören ya yönünü değiştiriyor ya da kafasını öte yana çeviriyordu. Bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım anlamasına ama yine de kendime itiraf edemiyordum. Kapıdan içeri girerken amcam ile karşılaştım. Gözleri yaşlıydı. Beni görünce dik durmaya çalıştı, eliyle gözlerinden akan yaşları silerek yanıma geldi ve bana sarıldı. Öyle bir sarıldı ki artık her şey çok netti. Keşke hiç sarılmasaydı... Amcam bana hiç sarılmasaydı da babam hala yanımda olsaydı... Hayatımda ilk ve son kez o gün ağladım. Bütün gece, babamın yatağında onun kokusunu içime çekerek. O gün içimdeki tüm iyi duygular gözlerimden akan yaşlar ile gitti. O günün sabahı duygusuz, hırslı bir insan olarak uyandım. Hayatında kimse kalmamış bir insan olarak... Babama son görevimi yerine getirdim; ona şehrin en güzel manzaralı mezarlığını satın alıp en görkemli mezarını yaptırdım ki buradan geçenler bu mezarı gördüklerinde "işte o adamın oğlu burada yatıyor. Ne vefalı çocukmuş" desinler diye... Belki babamı güzel bir evde yaşatamamıştım ama en azından mezarında rahat etsin diye böylesi bir mezar yaptırmıştım. Yıllar önce kaybettiğim annemin mezarını da buraya taşıttım. Bundan sonra hep birlikte olsunlar, öteki dünyada doktor oğullarıyla birlikte gurur duysunlar diye. Evet, babama asla itiraf edemedim doktor olamadığımı. Ne zaman onun mezarını ziyarete gitsem üzerimde beyaz bir önlük olurdu ki oğlunu doktor olarak bilsin. O günden sonra işlerim iyice büyüdü, her geçen gün zenginliğime zenginlik kattım. Hırsım beni en tepeye getirdi, altımda yüzlerce çalışanım vardı. Onlar çalışıyor, ben para kazanıyordum. Karşılığında ise servetimin belki de milyonda biri etmeyecek maaşlar veriyordum. Aldıkları bu paraları yine benim sattığım ürünlere harcıyorlardı. Bir nevi parayı sol cebimden alıp sağ cebime koyuyordum. Düzen böyleydi, ben de düzene ayak uydurmuştum. Koyunları gütmek her zaman kolay olmuştur. Bunları yaparken babamın yıllar önce söylediği, çalışanın hakkını alnının teri kurumadan vermek gerek sözünü hiç dikkate almadım. Belki de yanlış yaptım ve bu yanlış şimdi benim bu azabı çekmeme neden oluyor. Karma inancına göre yaptığın her eylemin sonuçları bu dünyada ya da öteki dünyada bir şekilde karşılığını bulur. Ben yaşarken karşılığını bulamadım, şimdi kabirde bulacağım. Belki de cehennemin en dibine gönderileceğim ki buna itiraz edemem. Ne yaptıysam kendi bilincimle, kendi isteğimle yaptım. Şimdi bu cansız cesedin başında bekliyor, hayatımda yaptığım kötülükler ile yüzleşerek o büyük adalet gününü bekliyorum. Şimdi sevgili dostum, gittiğin yerde gençlere benim bu hikayemi ne bir eksik ne bir fazla anlat ki onlar benim yaptığım hataları yapmasınlar. Düzgün birer insan olsunlar, ne ailelerine ne başkalarına yalan söylemesinler. İşte her şeyi olan ama aslında hiçbir şeyi olmayan zenginin hikayesi de böyledir."

dT?vw

Kahramanlar ve YolculuklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin