Bölüm 25

2 0 0
                                    


Muhabir yıkık kentin harabeye dönmüş sokaklarında yürüyordu. En yakın dostu Mahmud'u geride bırakmış, yolculuğuna bir başına devam ediyordu. Kalbinin bir yanı yakın dostunun da onunla birlikte gelmiş olmasını diliyordu fakat onu göndermekle doğru bir karar verdiğinin de farkındaydı. Tehlikeli bir yolculuğa çıkmıştı ve bunu tek başına yapması gerekiyordu. En yakın dostunun başına bir şey gelmesi halinde kendini asla affedemezdi. Hayatı boyunca tüm zorluklarla tek başına yüzleşmiş muhabir, hayatının en büyük belki de son yolculuğunu da tek başına tamamlaması gerekiyordu. Ruhunu arındırmak ve artık yok olmak üzere olan inancını tekrar kazanabilmek için son bir yolculuk... Kendine Hyakarnayana diyen yaratığın açtığı boyut kapısından geçmiş, ışıklar arasında ilerleyip gözlerini bu harabe şehrin girişinde açmıştı. Mesleği icabı savaştan çıkmış bir şehri tek görüşte tanırdı ve bu şehir kesinlikle büyük bir savaş görmüştü. Atom bombasıyla yerle bir olmuş Hiroşima'dan bile daha yıkık daha harap haldeydi. İlk kez bir şehrin ruhunu bu derece ölmüş hissediyordu. Genelde dünya üzerinde savaş görmüş geçirmiş bir şehir ne kadar yıkılmış olsa da ruhu her daim canlı kalır ve bir şekilde tekrar inşa edilip eski ihtişamlı günlerine geri dönerdi fakat bu şehir... Bu şehir gerçekten ölmüştü. Burada yaşanan savaş sadece binaları ve içlerinde yaşayan insanları yok etmekle kalmamış şehrin kalbini de yerinden sökmüştü. Eğer cennet diye bir şey gerçekten varsa oraya giden ilk şehir burası olacaktı. Tüm şehir keskin bir toz bulutu ile kaplanmıştı, muhabir genzine giren tozlar yüzünden nefes almakta zorlanıyordu. Sanki tüm bu tozlar bu şehirde yaşamış ve can vermiş insanların ruhlarını taşıyor gibiydi. Her nefes alışında bir ruha ait hüzünlü bir hikayeyi de içine çekiyordu. Bu kadar yoğun mutsuzluğu hayatı boyunca ilk kez hissetmişti. Elinde olsa nefes alıp vermeyi kesecekti. Şu an nefesini tutup oksijensizlikten ölmeyi beklese daha az azap çekerdi. Aradığı kişiyi burada bulacağını söylemişti kapı muhafızı Hyakarnayana, peki bir insan neden böylesi bir yerde yaşamayı seçmiş olabilirdi ki? Kafasında bu konuyla ilgili bazı teorileri vardı ve bunlardan en mantıklı olanı da şuydu; aradığı kişi savaştan önce bu şehirde yaşıyordu. Çocukluğunu burada ailesiyle mutlu bir şekilde geçirmiş, ilk aşkını burada yaşamış, ilk kez bir kızı bu şehirde öpmüştü. Savaştan sonra bir şekilde hayatta kalmış ya da öldükten sonra da şeytanla veya belki de bizzat tanrı ile bir anlaşma yaparak intikamını almak üzere geri dönmüştü. Deli saçması teoriler... Sanki şu ana kadar yaşadıkları çok doğal olaylarmış gibi bu teorisi mi çok saçma geliyordu! Bu kadar bilinmezlik muhabir için bile fazlaydı. Biraz ilerisinde yoğun toz bulutunun içinde bir kadın silüeti gözüne ilişti. Biraz daha dikkatli baktığında toz bulutunun içinde gerçekten bir kadın vardı; hayali bir çocuk parkının içinde hayali bir salıncağı sallayan bir kadın hayaleti... Salladığı salıncağın üzeri boş olmasına aldırış etmeden belki de boş olduğunun farkında bile olmadan... Gözlerinde umutsuzluk... Gözlerinde keder... Salıncak bir ileri gidiyor bir geri geliyor... Ritim hiç bozulmadan... Sonsuza kadar sallanacak boş bir salıncak ve o salıncağı sallamayı asla bırakmayacak bir anne... Muhabir parkın içinden geçti, salıncağın yanına geldi ve hayaletin yanında durup onu izlemeye koyuldu. Söze girmesi gerekiyor muydu? Girse de ne diyebilirdi? Boğazı düğümlendi, kelimeler dilinin ucunda ısrarla bekleyip dışarı çıkmamak için direndi.

"Benim hikayem..." dedi kadının hayaleti, "Şöyle başlıyordu..."

Ve hikayesini anlatmaya başladı.

lfaU$

Kahramanlar ve YolculuklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin