Bölüm 14

2 0 0
                                    


Muhabirin tüm sorularını cevaplayacağını iddia ettiği beşinci kişinin evinin önüne gelmişlerdi ama hala istedikleri cevaplara ulaşamamışlardı. Nirvana'ya ulaşmaya çalışan Budist rahipler gibilerdi; içlerindeki tüm korkulardan ve kuşkulardan kurtulup, manevi huzura ermek istiyorlardı. Şimdiye kadar topladıkları bilgiler muhabiri tatmin etmemişti. Dinledikleri kişilerin tamamı bir adamdan bahsediyordu evet, en zor zamanlarında bazen bir çatışmanın tam ortasında bazen ise hastaneye yetiştirilmesi gereken bir yaralıya yardım etmek amacıyla ortaya çıkan ve görevini ifşa ettikten hemen sonra geldiği gibi bilinmezliğin içinde kaybolan bir adam... Ama en önemli soru hala cevapsızdı; kimdi bu adam? Nereden geliyordu? İnsan mıydı yoksa bir melek mi? Ya da İslam mitolojisinde anlatılan ve ak sakallı dede olarak masallara konu olmuş Hızır A.S. dedikleri kişi miydi? Belki de mistik bir karakterin peşinde yıllarını heba edecek ve onu hiç bulamayacaktı. Sonuçta bulunmak istemeyen bir adam ki eğer böyle mistik güçleri de varsa, o istemediği sürece bulunması olanaksızdı. Muhabir inatçı biriydi, kolay kolay pes etmezdi. Bu gizemi çözebilmek uğruna ne gerekiyorsa yapacağına kendi kendine söz verdi.

İlk gittikleri evde yaşayan yaşlı adam, bu gizemli kişiyle köyleri işgal edildiğinde tanışmıştı. Teröristler köyü basmış, yanlarında savaşabilecek kadar eli ayağı tutan gençleri yanlarına almış, diğer köy halkını meydanda toplayıp ellerindeki tüm buğday, tahıl ve değerli eşyaları vermelerini aksi takdirde hepsini kurşuna dizeceklerini söylemişlerdi. Herkes korku içinde ya dua ediyor ya da ağlıyordu. İşte böyle bir anda çıkmıştı gizemli kişi... Anlatılanlara göre, önce büyük bir kum fırtınası çıkmıştı. Fırtınadan göz gözü görmüyordu. Daha sonra çığlıklar ve silah sesleri ortalığı kapladı. Fırtına dindiğinde adamın anlattıklarına göre köyü işgale gelmiş bütün teröristler öldürülmüştü. O an fırtınanın içinde bir adam siluetini fark ettiler. Yüzü sıkıca bağladığı puşi ile örtülü olduğu için tam görünmüyordu. Yaşlı adam onun yanına yürüyerek teşekkür ettiğini ve ona minnetlerini sunmak için köylerinde ağırlamak istediklerini söyledi fakat gizemli kişi hiç cevap vermeden yaşlı adamı başıyla selamlayarak geldiği gibi çölün içinde kaybolup gitmişti. Diğer gittikleri yerlerde de anlatılanlar birbirine benzerlik gösteriyorlardı. Onu gören çoktu fakat onunla konuşabilen kimse yoktu. Hollywood yapımı bir Marvel filminin içindeymiş gibi hissetti kendini, muhabir.

O akşam eve döndüklerinde Meryem sofrayı çoktan kurmuştu. Mahmud ve muhabir yemek yiyemeyecek kadar yorgundular. Ufak tefek bir şeyler atıştırıp dinlenmek üzere odalarına çekildiler. Muhabir o gece yine uyuyamadı ve aynı kabusları görüp durdu. Gecenin ortasında onu kabusundan kan ter içinde uyandıran bir tıkırtı duydu. Yatağından kalktığında tıkırtının hemen evin dışından geldiğini fark etti. Terliklerini giyerek odadan dışarı çıkıp kapıya yürüdü. Kapının hemen yanındaki pencereden dışarıya baktı fakat bu zifiri karanlıkta dışarıda biri olsa dahi onu görmesi olanaksızdı. Kaldıkları kasaba kendi halinde yaşayan dürüst insanların olduğu bir yerleşkeydi. Burada kimse hırsızlık yapmazdı. Herkes birbirini tanırdı. Terör olayları biteli de çok zaman geçmişti. Dışarıdaki şey her neyse bir tehdit oluşturması olanaksızdı. Ya gecenin bir yarısı evden kaçıp oyun oynayan bir çocuk ya da bir hayvandır diye düşündü ama yine de kapıyı tedirgin bir şekilde açıp dışarı çıktı. Etrafta kimsecikler yoktu. Gökyüzü o gün bulutsuz ve açıktı. Yıldızların milyonlarca yıl uzaktan gönderdikleri ışıklar dünyaya ulaşıyordu. Gökyüzüne bakıp bu büyük evrende yalnız olup olmadıklarını düşündü. Bunca yıldız varken yaşam neden sadece onlara bahşedilmiş olsundu ki? İnsanoğlu bu kadar ayrıcalıklı mıydı? Tüm bu sonsuz evren, yıldızlar, gezegenler, hayvanlar ve bitkiler sadece insanoğlu için mi yaratılmıştı? Bu kadar mı değerliydik tanrının gözünde? Tüm bunları düşünürken aynı tıkırtıyı tekrar duydu. Sesin geldiği yöne doğru ilerlemeye başladı. Gözleri karanlığa alışmıştı. Biraz ötesinde duran çeşmeyi, evden çeşmeye doğru giden patika yolu seçebiliyordu. İşte çeşmenin az ilerisinde de bahçenin kasabaya açılan dış kapısı her zamanki yerinde duruyordu. Başka hiçbir şey göremedi. Bu esnada arkasından gelen bir ses ile irkildi. Az kalsın korkudan küçük bir çocuk gibi çığlık atacaktı ki kendisini tutmayı başardı. Arkasını hemen döndüğünde kapı eşiğinde kendisine bakan Mahmud'u gördü.

"Hayırdır, ne arıyorsun gecenin bir vakti dışarıda? Seni de uyku tutmadı mı?"

Mahmud'u görünce içine bir su serpildi. Tanıdık bir yüzü görmenin rahatlığıyla, "Yine aynı kabuslar... Her gece devam ediyor. Bir de sanki dışarıdan gelen bir ses duydum ama sanırım bu da bilinçaltımın bir oyunundan başka bir şey değildi. Seni de uyandırdım sanırım kusura bakma."

Mahmud'un suratı o an sarardı. "O tıkırtılar senden gelmiyor muydu? Ben de aynı tıkırtıları duyup kalktım, seni burada görünce senden geldiğini düşünmüştüm." O anda tekrar bir tıkırtı duyuldu. Tam çeşmenin başından geliyordu. Mahmud elinde tuttuğu gaz lambası ile muhabirin yanına geldi. Muhabir de eğilip yerden bir odun parçasını sıkı sıkıya kavradı ve birlikte çeşmenin başına kadar yürüdüler. Çeşmenin başına geldiklerinde tıkırtı artık kesilmişti. Etraf sessiz ve sakindi. Kimseciklerde yoktu. Mahmud, "Herhalde fare falandır ya da başka bir hayvan. Boşuna korktuk bu kadar. Hem buralarda artık eskisi gibi kötü olaylar olmuyor merak etme. Hadi gel dostum, artık yatalım" dedi. Tam eve geri döneceklerdi ki muhabir o an solgun ışığın altında bir şey fark etti. Çeşmenin üzerinde bir tür yazı vardı. Hemen Mahmud'un elindeki gaz lambasını alıp çeşmenin başına gitti. Eğilip yazıya baktı ama okuyamadı. Bilmediği bir dilde yazıyordu. Mahmud'u yanına çağırıp çeşmenin üzerine kazınmış yazıyı gösterdi;

"Bunu daha önce görmüş müydün?"

"Bu yazı daha önce burada olsa kesinlikle fark ederdim."

"Peki ne yazıyor, okuyabiliyor musun?"

"Aramızda dil uzmanı olan sensin, sen bile okuyamıyorsan..."

"Bunun fotoğraflarını çekmemiz gerek, yarın erkenden dil bilimci bir arkadaşım var ona yollarım, o bize anlamını açıklar. Sen burada bekle, ben içeri gidip fotoğraf makinemi alıp geliyorum."

Mahmud elinde tuttuğu gaz lambası ile kuyunun başında bekliyordu. Muhabir içeriye girerken çabuk dönmesi için içinden dua etti. İtiraf etmesi gerekirse bu durum biraz tüylerini diken diken etmişti. Hatta biraz önce muhabirin elinde tuttuğu odunu o kapmış, elindeki gaz lambasıyla etrafa tedirgin bir şekilde bakınıyordu. Bir ara kuyunun içine eğilip gaz lambasıyla aşağıda biri olup olmadığına bile baktı. Muhabir kapıda elinde tuttuğu fotoğraf makinesi ile görünüp ona doğru geldiğini görünce içi biraz olsun rahatladı. Muhabir kuyunu başına gelip yazının önüne eğildi ve makinesinin flaşını açarak deklanşöre bastı. Garanti olması için bir düzineye yakın fotoğraf çekti. Her çektiği fotoğraftan sonra dijital ekrandan çektiği fotoğrafın netliğine bakmayı da ihmal etmedi. İşlerini tamamlayıp içeri girdiler. İkisi de bu açıklanamaz durumun şokunu atlatamamıştı. Muhabir;

"İçimden bir ses çok yakında bütün sorularımızın cevaplarını bulacağımızı söylüyor, sevgili dostum. Yarın ilk iş şu yazının ne demek olduğunu çözelim. Sanırım dostumuz onun peşinde olduğumuzu biliyor ve bize bir tür mesaj bırakmak istedi. Yarın sabah yazının anlamını çözdüğümüzde önümüzde yepyeni bir yol açılacak, bilinmeyenler aydınlanacak... ve sen sevgili dostum, bu yolda belki de benimle birlikte geleceksin, yepyeni bir maceraya yelken açacağız."

Muhabir bunları söylerken yüzünde beliren mutluluk ve umut ışıltıları adeta evi aydınlatıyordu. Mahmud bir ara muhabire bakarken gözlerini kısma ihtiyacı hissetti. Yeni bir maceraya atılmak... Önceden olsaydı bunu seve seve kabul ederdi peki ya şimdi? O zamanlar bir amaç uğruna, ülkesini savaş illetinden kurtarmak için muhabir ile birlikte türlü tehlikelere atılıyordu fakat şimdi durum farklıydı. Şimdi eşi ve iki de çocuğu vardı. Onları geride bırakıp yeni bir maceraya atılma fikri pek sıcak gelmiyordu. Diğer yandan kendisine çok büyük iyilikler yapmış dostunu da böylesi bir yolculuğa tek başına gönderemezdi. Bütün gece bu düşünceler nedeniyle gözüne uyku girmedi. Bir ara Meryem uyanıp sevgili eşinin gözlerinin açık olduğunu görünce ona sokulup sarıldı, bir derdi olup olmadığını sordu. "Mahmud düşüncelerinden sıyrılıp eşine döndü ve gülümseyerek sarılmasına karşılık verdi. Evet, kafasında bir şeyler vardı ama şimdilik en azından her şey netleşene kadar konuyu gizli tutmaya karar verdi. Belki de okuyamadıkları gizemli yazı kuyuyu yaptıran kişiye bir anmaydı, ruhuna okunacak bir Fatiha için oraya yazılmıştı. Bunları artık düşünmemesi gerekiyordu. Eşine sıkıca sarıldı ve biraz olsun uyuyabilmek için gözlerini kapadı.

M|g

Kahramanlar ve YolculuklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin