Bölüm 28

1 0 0
                                    


Hayaleti kederiyle baş başa bıraktı ve yolculuğuna kaldığı yerden devam etti. Her geçtiği sokakta, yıkık binalarda, parklarda her köşe başında kayıp ruhlarla karşılaştı. Kederli yüzlerini önlerine eğmiş bir önceki yaşamlarının pişmanlıkları, yarım kalmışlıkları, acı tatlı anıları içinde havada süzülüyorlar, muhabirin orada olduğunu bile fark etmiyorlardı. Etrafındaki ruhların yaşamlarını düşündü, kim bilir ne hikayeler çıkardı. Yaşanmışlıkları, yarım kalmış aşkları, bitmemiş kredi taksitleri, henüz doğum vakti gelmemiş bebekleri, alınamayan mezuniyet diplomaları, harcanamamış ilk maaşları ve nice tamamlanamamış hikayeleri ile birlikte tarihin tozlu sayfalarında ki yerini bile alamayabilirdi çünkü geriye hikayeleri kaleme alacak kimse kalmamıştı. Bir an duraksadı. Yüzünde kocaman bir gülümse belirdi. Bu gülümseme biraz önce aklına gelen harika fikir sayesinde oluşmuştu; şehrin hikayesini kendisi yazacaktı... Buraya kadar gelmiş olmasının bir anlamı olmalıydı. Kader onu buraya kadar getirdiğine muhabirden bir beklentisi de olmalıydı ve muhabir kendisinden beklenen şeyi şu anda fark edebilmişti. Artık etrafında gezinen kayıp ruhları daha bir dikkatli incelemeye başlamıştı. Hepsinin tek tek suratına baktı ve sonunda anlatacağı ilk hikayeyi seçip hikayenin kahramanına doğru ilerledi.

Yirmili yaşlarının ortalarında genç bir delikanlıydı bu, muhtemelen okulundan yeni mezun olmuş ve hayata yeni atılmıştı. Bir banka tek başına oturmuş ve henüz kırışıklar oluşmamış gözleri bir zamanlar şehrin iki yakasını birleştiren ama artık yerinde çorak topraktan ve dibe vurmuş gemi enkazlarından başka bir şey bulunmayan denize kilitlenmişti. Sanki birisini bekliyor gibi... Hiç gelmeyecek birisini... Muhabir usulca kaldırımdan yürüyerek banka gencin tam yanına oturdu ve aynı onun yaptığı gibi gözlerini karşıya dikti. Genç delikanlının ruhu hiç irkilmeden, gözlerini ufuktan hiç ayırmadan söze başladı:

"Bir zamanlar burada şimdi sadece kurumuş verimsiz toprakların ve gemi enkazlarının bulunduğu bu yerde iki kıtayı birbirine bağlayan masmavi bir deniz bulunurdu, en az Sude'nin gözleri kadar masmavi bir deniz. Gerçi hiçbir deniz onun gözleri kadar mavi olamaz... İnsanı güzelliğiyle hipnotize edip içine çeken sonra da orada boğan mavi gözleri ilk kez 15 sene önce, ailemin satın aldığı yazlığa ilk kez gittiğimde sahilde görmüştüm. Yüzme bilmeyen birinin denize düşmesi gibi ben de aşk denizine düşmüş ve boş yere çırpınmış, çırpınmıştım fakat ne fayda... Sonunda o masmavi gözler beni içine çekti ve o günden sonra bu gözler başka hiçbir göze bakamaz oldu. Orta direk bir ailenin çekingen çocuğuydum. Öğretmen bir baba ile öğretmen bir annenin oğluydum. Bu da beni doğal olarak çalışkan bir öğrenci yapmıştı. O sene yani babamın emekli olduğu sene ben de liseye başlayacaktım. Babam emekli olduktan sonra aldığı emeklilik ikramiyesiyle her zaman hayalini kurduğu yazlık evi almıştı. Küçük bir bahçe içinde pembe panjurları olan sevimli bir ev... Artık yaz tatillerimizi babamın memleketinde babaannemlerin evinde değil de burada deniz kenarında yüzüp güneşlenerek geçirecektim. Yazlıkta büyüyen çocuklar birçok arkadaş ile birlikte birçok farklı anı biriktirirler. Her yaz tatilinde okulların kapanmasıyla birlikte aileler çocuklarını alıp buraya gelirler ve 3 aylarını bu cennet köşesinde şehrin bütün stresinden uzakta geçirirlerdi. Sude'de ailesiyle birlikte iki senedir buraya geliyordu. Çekingen bir çocuk olarak kolay arkadaş edinemezdim. Babam "Hadi sahile git de oradaki çocuklarla kaynaş" dediğinde biraz isteksiz çokça zoraki bir şekilde sahile inmiş, kumsalda oturup denizde yüzüp oyunlar oynayan çocukları izlemeye başlamıştım. Üç bilinmeyenli bir denklemi çözmek benim için ne kadar basitse bu çocuklarla tanışıp kaynaşmak bir o kadar imkansızdı. Asosyal inek tiplemesine harfiyen uyuyordum. Sude yanıma gelip, "Selam. Yeni mi taşındınız? Ben Sude" diyip de elini bana uzattığında kalbim yerinden çıkacak gibi olmuştu. Okul hayatım boyunca hiçbir kızla arkadaşlık kuramamış, hep dalga konusu olmuş birisi için böylesi bir karşılama gerçekten çok korkutucu olabiliyor, hele karşındaki kızın böylesi güzel gözleri ve gülüşü varsa... Gördüğüm şey ya bir rüya olmalıydı ya da bir kabus, hangisi olduğuna henüz karar verememiştim. Elimi uzatıp ismimi söylemek, bu dünya güzeli kız ile tanışmak istiyordum fakat şimdiye kadar yaşadığım kötü tecrübeler buna izin vermiyordu. Okuldaki kızların sürekli benimle dalga geçmelerinden dolayı ergenlik travması yaşıyordum. O gün o pamuksu elleri hayatımda ilk ve son kez tutma fırsatını da bu travma yüzünden kaçırdım. Sude'nin eli havada kalmıştı ama bu durumu pek yadırgamadan yanıma oturdu. Benim gibi değildi, girişken sıcakkanlı bir kızdı. Bu sayede de daha sonradan çok iyi arkadaş olmuştuk. 3 sene boyunca yani lise bitene kadar bütün yaz tatillerimizi beraber geçirdik. Aynı şehirde yaşadığımız için kışında görüşebilirdik fakat ben zamanımızın tümünü üniversiteye giriş sınavına çalışmak için harcadığım için dışarı çıkıp sosyalleşecek pek vakit bulamıyordum. Tüm hayatını çekingen ve asosyal biri olarak yaşayan benim için normal bir insan gibi yaşayabildiğim tek zaman Sude ile yazlıkta geçirdiğim zamanlardı. Bir tek onun yanında kendimi rahat hissedebiliyor, eğleniyordum. Birlikte bütün gün geziyor, yüzüyor, akşamları sahilde kumlara uzanıp yıldızları izliyorduk. Bir keresinde yine uzanmış yıldızları izlerken eliyle gökyüzünde yan yana iki yıldızı işaret edip, bunlardan birisi sensin birisi de benim demişti. Yıldızlar dünyadan bakıldığından birbirlerine çok yakınmış gibi gözükürler fakat gerçekte aralarından milyonlarca ışık yılı mesafe bulunurdu. Aynı bizim gibi... Birbirine bu kadar yakın ama bir o kadar da uzak iki insan. O an içimden elimi uzatıp onun elini tutmak geçti, milyonlarca ışık yılı mesafeyi tek bir saniyede aşmak... Uzun yıllar önce birbirinden kopmuş iki gezegeni bir anda tekrar birleştirmek... Ama yapamadım. Utandım. Çekindim. İçim daraldı, daraldı ve kalkıp koşarak eve gittim. O gece yorganımın altından yıldızsız karanlık geceyi tek başıma seyrettim. O son gecemizde de kahramanlık gösterememiş ve kaçıp gitmiştim. O gün lise yıllarımın son günüydü. Bir çocuk için yazlık hayatının son günü. Artık çocuk değil gençtik. Üniversiteli olmuştuk. Aile ile birlikte gidilen yazlık hayatı da sona ermiş demekti. Ergenlik bitirip üniversite hayatına atılmış özgür ruhlu gençler aileleriyle tatil yapmazlardı. Ben son şansımı bu şekilde heba etmiştim.

Yıllar geçti. Üniversiteden mezun olmuş, iş aramaya başlamıştım. Üniversiteyi farklı şehirlerde okuduğumuz için Sude ile çok fazla görüşememiştik. Birkaç kez telefonda konuşmuştuk fakat yüz yüze görüşme fırsatımız hiç olmamıştı. Bunca ayrılığa rağmen onu hiç unutamamıştım. Üniversitede birkaç kız arkadaşım olmuştu ama hiçbiri bana Sude gibi içten ve derin bakmamış, bakamamıştı. O gün ilk iş görüşmeme gitmek için yola çıktığımda kimisi için şan kimisi için kaderin bir cilvesi olabilecek bir şekilde metroda karşılaştık. Önce hayal görüyorum zannettim; gözlerimi açıp kapadım, göz kapaklarımı ovaladım yetmedi kendime bir çimdik attım. Gözlerimi kapayıp tekrar açtığımda biraz önce uzakta dikilen o kız şimdi yanımda durmuş bana bakıyor ve yıllar önce kumsaldaki o geceki gibi bana gülümsüyordu.

"Aman Allah'ım, Mehmet! Kaç sene oldu. İnanamıyorum! Neler yapıyorsun?" bunları söylerken bana sarıldı, öyle bir sarıldı ki o an zaman benim için durdu. Aklım başımdan gitti. O kadar uzun bir süre konuştuk ki ineceğim durağı unuttum, son durağa kadar Sude ile birlikte gittim ve ilk iş görüşmemi de böylece kaçırdım. İş her zaman bulunurdu, sorun değildi ama gerçek aşk insanın hayatına bir kez çıkardı ve ilk şansını değerlendiremeyen bana kader bir kıyak geçmiş, ikinci bir şans daha vermişti. Bu defa şansımı kaçırmaya niyetim yoktu. Hemen ertesi gün görüşmek üzere sözleştik. Saat tam 3'te, vapur iskelesinde... 2:45 vapuruna binecekti, ben saat 1'de en güzel kıyafetlerimle birlikte iskeledeydim. Vapur hiç gelmedi. Saat 2:50'de ben bu bankta oturmuş yıllar sonra aşkımı itiraf etmeyi beklerken büyük bir gürültü koptu. Yer yerinden oynadı. Gökyüzü adeta yarıldı. Ben kafamı gökyüzüne çevirdiğimde üzerimize yağan bombaları gördüm. Oysa ki bir insan gökyüzüne baktığında sadece yıldızları görmeliydi. Yıldızlar insana huzur getirirdi. Bombalar ise ölüm getirirmiş onu öğrendim. Bombalar düştü, alevler etrafı sardı, benim umutlarım da 2:45 vapuruyla birlikte parçalandı."

Eğer hala bir bedeni olsaydı şu an gözlerinden aşağı yaşlar süzülürdü. Onun yerine muhabirin gözlerinden iki damla yaş aktı. İki gözden akan iki ayrı yaş yanaklardan aktı, havada süzüldü ve kuru toprakta birbiriyle buluştu. Yaşlardan biri Mehmet, biri Sude'ydi. Aşıklar muhabirin hatıralarında sonsuza dek birlikte mutlu mesut yaşayacaklardı.

Kahramanlar ve YolculuklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin