Kadın bana komutan seninle konuşmak istiyor dedi. Ne konuşacakmış benimle diye cevap verdim. Bilmiyorum dedi. Komutan araya girdi ve birşeyler söyledi. Kadın bana komutan sen neden onların arasına katıldın, o insanların arasında ne işin vardı bunca zaman diye soruyor dedi. Ben ise ne demek istiyorsun ben onlardan biriyim nasıl böyle bir düşünce içine girebilirim sizler kendi insanlarınızı terkedebilir misiniz dedim. Komutan ile kadın biraz diyaloga girdiler ve kadın bana döndü ve senin hakkında daha iyi şeyler anlattım, senin asıl kim olduğunu bilmiyor ve bu durumu ona farkettirme lütfen dedi.
Ne dediğini anlamamıştım ancak iyi birşeyler olmasına o kadar ihtiyacım vardı ki hiç bu durumu pek fazla sorgulamadım. Nasıl olsa eğer işler yolunda giderse daha sonra bu durumu anlayabilme şansım ve zamanım olacağını aklımdan geçirmiştim. Kadın ve komutan birkaç dakika kendi aralarında konuştular ve kadın çıktı odadan. Komutanın karşısında ben tek başıma kalmıştım. Birkaç dakika sessizlik oldu. Komutan yüzüme bakıyor ancak hiçbirşey söylemiyordu. Birden bana doğru bakar halde yüksek bir ses ile birşeyler söyledi ve aniden kapı açıldı. Az önceki asker içeri girdi ve kolumdan tutarak beni kullanılmayan bir yığınağa zütürdü. Eski yıkık dökük bir yerdi, kapıyı açıp beni içeriye soktuktan sonra ellerimi çözdü ve ayağıma bir pranga geçirip direğe bağladı.
Ancak ellerimi bağlamadı. Aslında sevinmiştim biraz. Çünkü elleri oynatamamak bir ayağın direğe bağlı olmaktan daha kötü bir durumdur diye düşünmüştüm. Sonunda ellerim serbestti. Asker dışarı çıktı ve kapıyı üzerime dıştan sürgüledi. Dışarıda yanına gelen askere birşeyler söyledi. Sanırım başıma bir de nöbetçi dikmişti ve gitmişti. En azından öyle tahmin ediyorum. Ben hala uyuşan bacaklarımın ve kollarımın etkisinde kalmıştım. Oynatmaya ve kendime gelmeye çalışıyordum. Dinç kalmam gerektiğini çok iyi biliyordum.
Zaman aslında ilerlemek bilmiyordu benim için bu yığınak içerisinde. Çünkü içeride durum çok farklı bir hal almıştı. En azından dışarıda iken bu yabancı insanların çocuklarını kadınlarını askerlerini erkeklerini gözlemliyordum, köpekleri gözlemliyordum ve zaman bir şekilde mutlaka ilerliyordu ancak bu şekilde zaman geçmiyordu. Benim hala aklımda köyüm vardı. Öldürülen kadınların yalvar yakar hallerini, erkeklerin nasıl onurlu bir şekilde köyünü korumaya çalıştıklarını, çocukların bu mahşer görünümü vaziyetinde nasıl korku içinde kalıp bir o yana bir bu yana koşuşturduklarını ve öldüklerini. Köyümün nasıl yakıldığını. Hiçbiri gözümün önünden gitmiyordu ve sesleri kulaklarımın içinde yankılanıyordu.
Artık zihnimdeki o sesler beni gittikçe rahatsız etmeye başlıyordu. Ayağımdaki pranga izin verdiği sürece yığınağın içerisinde dolaşıp duruyordum.
Yorulmuştum dolanmaktan. Oturdum bir köşeye ve gözlerimi kapattım. Olanları düşündüm tekrar. Ben ne yapacaktım, elbette bu durum böyle gitmeyecekti. Yapmalıydım birşeyler. Kaçmayı düşünüyordum ancak uygun bir zamanı beklemek en mantıklı fikirdi. ayrıca yanımda sağımda solumda pranganın kilidini açacak ya da zincirini kesecek hiçbir şey de yoktu. Beklemek en iyisiydi. Uygun zamanı kollamak en iyi fikirdi. Tüm bunları düşünürken uyuya kalmışım. Derken yığınağın o sert ve gıcırtılı sürgüsünün açılması ve kapının kulakları rahatsız edici bir sürtünme sesi ile açıldığını duyarak uyandım. Karşımda o kadın vardı. Kapının hemen ardında ise nöbet bekleyen asker vardı.
Kadın içeri girdi ve kapıyı aralıklı bir şekilde kalacak durumda kapattı. Tamamen kapatmamıştı.
Korkusundan mı yoksa başka bir nedenden dolayı mı bunu kestiremiyordum. Elinde yiyecek birşeyler vardı ve bana doğru yaklaştı. Her ne kadar dilimi biliyor olsa da bana biraz çekingen davranarak yaklaştı. Bunları farkettim ve kadına benden çekinmene gerek yok, dilimi biliyorsun ve burada zarar verebileceğim en son insan sensin dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ortaçağ'dan Bugüne Reenkarnasyon
Terror-Tüm her şey o 23 yaşına bastığım gün meydana gelmişti. Uykudan derin ve dayanılmaz bir acı ile uyandım. Göğsüm, kollarım, omuzlarım, sırtım ve başımın her tarafında inanılmaz çığlıklar ve dayanılmaz bir sızı.