İçinde bulunduğum hayat ölüyor olmaktan farksızdı. Bir şeyler yoluna girmeyeli uzun zaman oluyordu ve bu ilk yola girişti. Beni okyanusa boğan dudakları dudaklarımla buluşmuştu. O okyanustu ben ise karanlık bir gökyüzü. O ışıldarken ben sönerdim. O huzurken ben huzursuzluktum. Biz birbirimizin olmaktan çok uzaktık. Farklı bir zamanda, farklı bir yörünge de karşılaşmış olsaydık okyanusunda kaybolmak isterdim. Caner iyi bir erkekten çok iyi bir adamdı. Ve ben bu adamın iyiliğini sömürmek istemiyordum.
Bu kez araba da sadece ikimiz vardık. Şirketlerinde bir problem oluştuğu için erken dönüyorduk ve Caner arabaya benden başka kimseyi almamıştı. Dün gece verilen öpücük sonrası arkama bakmadan kaçtım. İlk defa bir adamdan kaçtım. Kalp atışlarım hala kulağımda çınlıyordu ve ben ilk kez biriyle öpüşmemiştim. Neydi sorunum? Bu oynadığım oyunun aşka dönmesinden ölesiye korkuyordum.
"Dün gece neden kaçtın?" gerçeklerden kaçtım Caner, kalbimin en derinlerinde yatan gerçeklerden.
"Bunu konuşmak zorunda mıyız?" yoldaki gözlerini bana çevirip kafasını sallayarak onayladı.
"Bilemiyorum belki de kaçmak en iyisiydi." cümlemi bitirmemle araba evimin önünde durdu. Kemerimi çözdüm ve kendimi veda konuşmasını hazırladım. Tabi Caner benden önce davranmasaydı.
"İstediğin kadar kaçmakta özgürsün ama unutma ay ışığı, seni bulacak olan yine benim."
"Hoşça kal." ve bu da arabadan inmeden önceki son sözümdü. Neden bana babaannem gibi hitap etmişti? Arabayı arkamda bırakıp eve girdim. Tüm olaylar üst üste dizilirken ne yapacağımı bilemiyordum. Oturma odasına girdiğimde de olayların üstüne bir olay daha eklendi. Cihad babaannemle oturmuş karşılıklı kahve içiyorlardı. Bu kadar da olmaz dediğim de yenileri ekleniyordu.
"Hoş geldin torunum." babaannem ayaklanmış bana doğru geliyordu. Onu es geçip koltukta yayılarak oturan Cihad'a ilerledim.
"Burada ne arıyorsun?"
"Sende hep aynı şeyleri soruyorsun be şeytan!" kahvesini yudumlayıp aynı rahatlığından ödün vermedi.
"Çık evimden!" burada olması tehlike barındırıyordu özellikle babaannem varken.
"Çok ayıp ama hiç babaannene çekmemişsin." elindeki fincanı sehpaya bırakıp ayaklandı. Takım elbisenin kollarını düzeltip sol elini paltonun cebine yerleştirdi. Dudaklarındaki yamuk gülüşü ona intikam imajı veriyordu.
"Ne demişler misafirin kısası makbuldür." iğrenç bir kahkaha atıp evden çıktı. Bu bir uyarıydı. Kısa zamanım kalmıştı ve babaannem zarar görmek üzereydi. Ne yapıp ne edip ben olmadığımı ispatlamam gerekiyordu. Ben dipteydim. Ben şeytandım, ben ay yüzlüydüm, ben ay ışığıydım, ben Ayfer'dim. Annesinin ardından kalan bir ayın parçasıydım.
Ben külfettim.
*
"Kendi işine bak."
"Kendi işime oldukça bakıyorum ve kurşun sana yardım etmek istiyorum." uğraş verdiği dosyalardan kafasını kaldırıp bana baktı. Gözleri kısıktı ve sanki sezmiş gibiydi. Ah Pusat seni öldüreceğim!
"Bana neden yardım edesin külfet?" Pusat öyle istiyor demek isterdim elbette ama işte elde olan buydu. Haftaya Pusat'ın verdiği görevle başlamak fazla yorucuydu. Sabahın sekizinde buraya gelmiş ve Çelik'i beklemiştim. Tabi beyefendi ancak öğlen gelebilmişti ve az daha sıkıntıdan koltukları deşecektim.
"İçimden geliyor." buraya geldiğinde canı sıkkındı ve bende ne olduğunu öğrenene kadar başının etini yemiştim. Çelik'i sonunda bezdirmiş söylemesini sağlamıştım. Kadınların çenesi her zaman işe yarar.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜLFET#Watty2017
Literatura FemininaYOK OLUŞ SERİSİNİN BİRİNCİ KİTABIDIR! ^^ Geçmişin acısı geleceğin yarasıydı. Geçmiş geleceğe sunuldu, gelecek geçmişe mahkum oldu. Hatıraların unutulduğu bir dünya da yaşamak zorken unutmak kolay mıydı? Unuttuk. Pes ettik. Ama her defasında yenid...