Cam kenarında olan yatağımdan doğruca içeriye giriyordu güneş; Sanki yüzüme doğru yeni bir gün doğuyormuş gibi günü yüzümü ışıkları ile aydınlatıyor ve ısıtıyordu. Şubat ayına göre tam bir mayıs tadı vardı havada. Bu da beni daha da zinde hissettirerek güne pozitif bakmamı sağlıyordu.
Okulun 2. Günüydü ve alarmımı saat 9'a kurmuş olmama rağmen 8.30'da uyanmıştım bile. Yarım saat daha oyalanma şansım olduğunu gördüğümden bunu gözlerim kapalı ve kulağımda kulaklık sevdiğim şarkılar eşliğinde hayallere dalarak değerlendirmeye başladım. Yataktan kalkmadan önce en sevdiğim şeylerden biri kesinlikle bir- iki müzik eşliğinde belki yapabileceğim belki de hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğim o hayallere dalarak gerçekmiş gibi o anın tadını çıkarmaktı. Bu sefer ki hayallerimi kurmak için de gözümü kapadığımda kendimi akışına bıraktım; kendim bir şey düşünmeden zihnim beni nereye, hangi hayallere götürecek görmek istedim. Sonuç ise kendimi havalı bir şekilde yürürken sınıftan içeri girip dünkü yerime oturmuş şekilde buldum. Sağımda yine Melih, solumda ise Ulaş'ın olduğu hayalim pek hoşuma gitmemişti. Fazlasıyla basit ve anlamsız gelmişti. Bu yüzden de zamanın dolmasını bekleyemeden sıkılarak kendimi yataktan dışarı attım.
Kahvaltı etme alışkanlığım kendimi bildim bileli hiçbir zaman olmadı. Ne ben sevebildim peynirin tadını, ne de zeytin hoşlandı benden. Domates ve salatalık, sofraya katılan canlı renklerden başka bir şey ifade etmedi. Yumurtaya sordum; civciv mi yumurtadan çıkar, yumurta mı civcivden? O zamandan beri o da pek hazzetmedi benden. Kahvaltı ile olan maceramda böylece son buldu. Ama insan midesi bu, ille de bir şeyler yemeli. Tosta sığındım bende. Yıllardır aramı bir tek tost ile iyi tuttum. Her sabah kahvaltı sofrasının en iyi yoldaşı oldu bana. Bugün de sabahıma teşrif ederek, midemi onurlandırdı. Böylece de kendimce "kahvaltımı" sonlandırıp giyinme aşamasına geçebildim.
Havanın sıcaklığı bir yana dursun, annemin "bu havaya aldanma, çarpar sen yine de sıkı giyin" nasihatları iyice aklımı allak bullak etse de ben yine de her zamanki gibi içimden geçeni yaptım. Siyah taytımın üzerine koyu gri salaş V yaka bir kazak giydim. Siyah göz makyajımı her zamanki tonunda yaparak, yüzüklerimi tek tek parmaklarıma geçirmeye başladım. Saate baktığımda 10.30'da ki otobüse yetişmem için sadece 15 dakikam olduğunu gördüğümde ise hızlıca saçlarımı yine sol tarafa doğru atıp hafif kabartarak buklelerimin canlı görünmesini sağlayıp deri ceketimi üzerime geçirdim. En son çizmelerimi de giyerek annemi hızlıca öpüp durağa doğru yola koyuldum.
Geçen dönem sabah grubunda yer aldığımdan sabahları en geç 5.30' da evden çıkıyordum ki sabah trafiği ile beraber 8.30' da ki dersime geç kalmayayım diye. Bu dönemin daha 2. Günü olmasına rağmen saat 13.00'daki dersime yetişebilmek içinse 10.30'da evden çıkıyordum şimdi. İstanbul gibi bir şehirde yaşıyorsan eğer her şeyini trafiğe göre ayarlayıp planlamak zorunda kalıyorsun ne yazık ki... Sadece bununla kalsa iyi, yaptığın aktarmalarla belki de daha kısa sürede gidebileceğin yol iyice uzuyordu. Mesela saat 11.30 olmuştu ve şuan otobüsten inerek metroya binmek üzere yürüyordum. Sadece metroyla da kalsa iyiydi, metrodan indiğimde bir kez daha otobüse binmem gerekiyordu. Tam 3 araç değiştirdikten sonra ise okulda olabiliyordum ancak. Okulun hayatıma kattığı en büyük aksiyon kesinlikle yollarda verdiğim bu mücadele olmuştu. Günün 24 saat olduğunu düşündüğümüzde benim ki toplamda 4 saati yollarda geçiyordu. Hayatımda her gün boşa giden 4 saatimin de özeti böyleydi...
Uzun bir yolculuğun ardından nihayetinde okula gelebilmiştim. Sınıfa doğru yürürken içimde yine aynı heyecanı hissediyordum. Bu heyecana bir anlam veremiyor ve de isimlendiremiyordum. Bunun sadece sömestr boyunca sert geçen havaların birden bire böyle ısınmış olmasına, güneşli günlere bağlayabiliyordum. Belki de bu yüzden önemsemiyordum içimdeki bu kıpırtıyı ve sınıfa doğru yürümeye devam ediyordum.
Sınıfa girdiğimde henüz çoğu kişi gelmemişti. Herkes ilk günkü yerlerine geçip oturacağı için ben de kendi yerime geçmiştim fakat sağ tarafım da sol tarafımda henüz dolmamıştı. O sırada sınıfa yavaş yavaş gelmeye başlayanları incelemeye başladım; içlerinden yakın olmayı düşüneceğim kimse yok gibi duruyordu yine. Hatta bazıları aşırı uyuz karakterde gibi gözüktüğünden hiçbir şekilde konuşmayacaklarım arasında yerlerini almışlardı. Ben gelen kişiler hakkında ön yargılarla analizlerimi yaparken Melih gelerek bana selam verip yanıma oturdu. Nihayetinde iki kelime edebileceğim biri geldiği için sevinmiştim. Suskunca oturmak bir yerden sonra sıkılmama neden oluyordu.
Melih ile geçen kurda hiç konuşmadığımız kadar konuşuyorduk. Espriler yapıyor, gülüyorduk. Bir yandan da sınıf neredeyse dolmuştu. Üstelik dersin başlamasına da son 10 dakika kalmıştı. Oysa Ulaş hala yerinde yoktu. Belki de bugün gelmeyecektir diye düşünürken ben kapıdan içeri girdiğini gördüm. Ulaş'ı görünce şaşırdım birden sebebi ise yalnız olmamasıydı. Yanında bir erkek vardı ve onunla konuşarak yanıma doğru yürüyordu. Bana gülümseyip, yanıma otururken yanındaki kişi de etrafına şöylece bir bakınıp U şeklinde olan sıraların orta kısmında da oluşan bazı sıralar vardı onlardan bir grubu tam bizim grubun önünde duruyordu ve o da kendine oradan oturacak bir yer seçerek Ulaş ile konuşmaya devam etti.
İlk ders başlamış hatta neredeyse yarılanmıştı bile. Dersin ortasında hoca imza kağıdını verip bir süre de dinlenmemiz için zaman bırakmıştı. İmza kağıdı hocanın ön sırası olduğu için cam kenarından başlıyordu önümüzde oluşan orta gruptaki sıradakiler de kendilerine imza atıp sonra cam kenarındakilere kağıdı vermişlerdi bu sefer. Ulaş kendi imzasını attıktan sonra kağıdı bana verdiğinde yine kendi adımı ararken gözüm tekrar dünkü benimle aynı soyada sahip olan isme takılmıştı; imzası vardı. Hızlıca bu detayı fark ettikten sonra imzamı atıp kağıdı Melih'e uzattığımda Ulaş beraber geldiği kişi ile konuşmasını kesip bana dönerek "Geçen kurdan yanlış hatırlamıyorsam bir şeyler yazdığını söylemiştin." diye beklemediğim bir soru sordu. Geçen kurda yetenekler konusunu işlerken telefonumla oynadığımı fark eden hoca aniden bana yeteneğim olup olmadığını sorduğunda yazmayı sevdiğimde bir blogda yazılar yazdığımı söylemiştim. Böylece sınıftaki herkes üstüme gelerek yazılarımı onlara okutmamı söylemişti fakat ben kabul etmeyerek bundan kaçmıştım. Çünkü orası benim özgürlük alanımdı. Beni tanıyan kişilerin okuduğunu bilirsem yazamazdım. Bu yüzden bunu hatırlıyor olmasına şaşırarak sadece "evet" dedim.
-Benimle paylaşır mısın bu yazılarını?
Ulaş, gülümseyerek üstüme geliyordu yavaştan.
-Hayır.
Kısa bir süre düşünmüş gibi yaparak net bir şekilde cevabımı vermiştim. O sırada gözüm Ulaş ile beraber sınıfa gelen kişiye takıldı. Onu ilk defa gördüğüme emindim. Önceki gün sınıfta yoktu ve şuan Ulaş ile konuşmamızı dinliyordu.
-Kimseye bahsetmem, sadece merak ediyorum neler yazdığını.
Ulaş ısrar ederken gözlerimin içine içine bakıyor ve bana doğru yaklaşıyordu. Ben ise kendimi biraz geri çekiyordum. Onun benim hakkımda hatırladığı şeyler olduğu gibi benim de onunla ilgili hatırladığım şeyler vardı eğer 3 haftalık tatilde ayrılmadıysa bir sevgilisi vardı. Fakat bu kadar gözlerimin içine bakarak yazdığım şeylerle ilgilenmesi de tuhaf gelmişti.
-Orası benim özgürlüğüm, kusura bakma.
Ulaş'a hafifçe gülümseyerek kitabıma doğru yöneldim. Hoca derse dönmeye karar vermişti. Dersin geri kalan kısmında Ulaş ile beraber gelen ve hala adını bilmediğim bu kişi çok fazla ön plana çıkmaya başlamıştı birden. Hoca ne sorsa cevap veriyor, sorularının hepsini tamamen İngilizce soruyor ve üstelik telaffuzunu da çok doğru bir şekilde yapıyordu. Hatta bu hocanın bile takdirini almasına yol açarak hocada kendisini tanıma isteği uyandırmışı. Hocanın, adını sorması ile benle beraber sınıftaki herkes öğrenmişti; Cihan...
Cihan'ın adını duyduktan sonra benimle aynı soyadı paylaşan kişinin kim olduğunu böylelikle öğrenmiş oldum. Sınıftakilere yaptığım gibi onun hakkında da bir analiz yapabilmek için ona dikkatlice baktım; 180 küsür boylarında hafif yapılı, kirli sakallı, yeşil gözlü ve esmer olan bu kişi üzerinde siyah deri ceketiyle karşımda oturuyordu. Fazla bilmiş ve ukala biri gibi durmasının yanı sıra fazla öz güvenli bir havası da vardı. Ona karşı iyi bir şey hissetmemiştim ama kötü bir şeyde hissetmemiştim. Sadece garip bir his olmuştu; bir şey rahatsız ediyordu beni. Sanırım bakışlarıydı bu. Yeşil gözlü erkekler beni hep rahatsız etse de Rüzgar'ın bakışlarında farklı bir şey vardı.
Ders sonundaki 10 dakikalık arada telefonuma bakarken Ulaş ve Cihan'ın konuşmalarını istemsizce duyuyordum. Muhabbete dahil olan Melih ikisinin nerden tanıştıklarını sorduğunda Ulaş'ın "Biz eski yakın arkadaşız şansa bu kur aynı sınıfa düştük." cevabını verdiğini duydum. Neden bu kadar merak ettiğimi ben de bilmiyordum ama kulak misafirliği yapmaya devam ediyordum. Fakat anlayamadığım kendi aralarında olan şeyler konuşuyorlardı. Bir anlığına nedenini bilmediğim bir şekilde kafamı telefonumdan kaldırdım ve o an Cihan ile göz göze geldim. Bakışlarında kesinlikle hoş olmayan bir şeyler vardı. Onunla göz göze gelmek beni rahatsız etmişti üstelik çokta soğuk biriydi. Nezaketen gülümsemeye hazırlamıştım ben kendimi fakat o hiçbir mimiğini kıpırdatmadan bakışlarını benden çevirince ona karşı biraz daha negatif tarafa kaymaya başlamıştım. Hatta o kadar negatifleşmiştim ki kendisinin kesinlikle hoş biri olmadığını aşırı itici göründüğünü fazla ukala olduğunu düşünmeye başlayarak Ulaş gibi konuşkan ve insan canlısı birinin Cihan ile nasıl arkadaş olduğunu bile anında sorgulamıştım.
Bugünün son dersinin son dakikalarına doğru Ulaş ile birbirimize gülüp espriler yaparken Ulaş durmadan Cihan'a laf atıyor onu da muhabbete dahil etmeye çalışıyordu fakat o hiçbir şekilde ilgilenmeyerek telefonuyla ilgileniyordu. Ulaş'ın Cihan'ın hakkında söylediği hiçbir şeye yorum yapmadan geçiyordum ben de. Hatta öyle ki bugünden çok fazla sıkılmış, biran önce bitmesini bekliyordum. Güne o kadar enerji dolu başlamama rağmen şimdi ise biran önce eve gitmeyi bekliyordum. Nihayet beklediğim an da gelmiş, ders sona ermişti. Melih ile vedalaşırken Ulaş'ın Cihan ile beraber çoktan çıktığını gördüğümde biraz bozulmuştum. Daha düne kadar memnun olduğum bu sınıf şimdi ise beni 2 ay boyunca zorlayacakmış gibi hissettiriyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Adını Sen Koy
RomantiekHikayede ki kişi ve olayların büyük kısmı gerçek olmakla beraber küçük bir miktar kurgu kısmı da yer almaktadır.