Gelen mesajı defalarca, ezberleyecek kadar, okuduğunda birbirine giren karmaşık düşüncelerini düzene oturtmaya çalışıyordu. Ne yazacağını biraz daha düşünürse beyninin yanacağından korktuğundan uzunca bir süredir oturduğu yataktan kalktı. Çıplak vücudu üşümeye başlamıştı, tenindeki ıslaklığı çeken bornoz ise onu ısıtmıyor aksine daha çok üşümesini sağlıyordu.
Koyu kahverengi tonlarındaki oldukça büyük dolabına yöneldi. Kapağını gereksiz bir yavaşlıkla açmadan önce elinde sıkıca tuttuğu telefonu yatağına fırlattı. Kasılan el kaslarını rahatlatmak amacıyla elini birkaç kez yumruk haline getirip açtı. Eline yeşil, uzun kollu ve pek de kalın olmayan bir tişört aldı, rahat gri eşorfmanlarından birini de omzuna attıktan sonra dolabın kapağını kapadı. Şu an içinden hiç iç çamaşarı giymek gelmiyordu -ki evdeydi, evde böyle dolaşmanın bir sorun oluşturacağını düşünmüyordu-.
Islak olduğundan dolayı ağırlaşmış bornozu çıkardıktan hemen sonra yerine, küçük ve demir askılığa, düzgün bir şekilde astı. Kıyafetlerini üstüne aynı gereksiz yavaşlıkla giyerken aklı hala mesajdaydı. Yazılan o iki cümle beyninde dolaşırken onun dışında hiçbir şey düşünemiyordu. Beyni gerekli işlevini yerine getirmeyi bırakmış, onca sorunun içinden yalnızca bunu düşünmeyi seçmişti. Önceden düşündüğü tüm sorunlar ve bunlar için bulduğu çözüm önerileri beyaz bir duvarın arkasına gizlenmiş gibiydi. O beyaz duvara ise belirgin bir şekile okuduğu bu iki cümle yazılmıştı, dolayısıyla sadece bunu düşünüyordu.
Sinirlenip kirli çamaşır sepetine tekme attığında yere saçılan çamaşırlara ve sessiz bir şekilde yere düşen çamaşır sepetine baktı. Sepeti düzeltirken, çamaşırları eline aldı ve gri çamaşır makinasına attı. Makinayı çalıştırmak için küçük düğmeye bastıktan sonra odasına geri yöneldi.
Yatağını düzelmeden önce biraz önce atmış olduğu telefonu geniş cebine koydu. Kayda değer bir özenle düzelttiği yatağına suratına yerleşen memnun bir gülümsemeyle baktı. Odasından çıkarak tahta ve hafif çıkık merdivenlerden indi. Birkaç yıldır bu evde yaşamasına rağmen merdivenleri hala düşeceği korkusuyla, büyük bir dikkatle iniyordu. İçinden merdivenin basamak sayısını sayarken son basamaktan yere atladı, saçma gelebilirdi ama bunu yapmayı seviyordu.
Diğer odalara kıyasla küçük olan mutfağa girdiğinde siyah buzdolabından peynir ve ekmek çıkardı. Altın sarısı tezgaha bunları bırakırken ilk çekmeceden aldığı bıçakla ensesinde hissettiği nefes tam olarak aynı ana denk geldi.
Elindeki küçük ama oldukça keskin olan siyah bıçağı parmak boğumları beyazlayacak kadar sıktığında ensesine üflenen sigara kokan nefesle vücudu kasıldı. Zayıf beline dolanan uzun kollarla ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette donup kalırken elindeki bıçağı neden arkasındaki sapığa saplamadığını düşünüyordu.
"Her kimsen sana hemen evimden defolup gitmen için on saniye veriyorum." Tek nefeste konuştuktan hemen sonra titrek bir nefes aldı. Göğsü inip kalkarken belindeki kollar daha çok sıkılaşmıştı.
"Bir," dedikten hemen sonra belindeki uzun kollardan biri çözüldü.
"İki." Kol yavaşça yukarıya çıktığında biraz da olsa gevşeyen sırt kasları, tekrar gerildi.
"Üç." Uzun parmaklar yanağında düz birer çizgi çizerken ensesinde hissettiği nefesin onu kızışmış bir yangına attığını düşündü. Nefes alması zorlaşırken dudağını sert bir şekilde ısırdı, tadını aldığı metalik kan yüzünü buruşturmasına sebep oldu.
"Gerçekten gitmemi mi istiyorsun, küçüğüm?" Kulağına dolan boğuk ses tonuyla göz kapakları titreyerek kapandı, kafasını geriye atmamak için büyük bir efor sarf etti. Onun olduğunu biliyordu, başından beri biliyordu. Nasıl bildiği konusunda hiçbir fikri yoktu ama biliyordu işte.
"Cezanı vermek için buraya kadar gelmişken beni kovacak mısın?" Kulağına üflenen nefesle farkında olmadan belini kıvırmış, arkasında duran adamın sertliğini hissetmişti. İkisi de aynı anda kesik bir nefes alırken Jungkook sabahtan beri düşündüğü yüzü görmek için arkasına dönmeye yeltendi, Taehyung omuzlarından sertçe tuttuğunda bu girişimi başarısızlıkla sonuçlandı.
"Ihm, sanıyorum istemiyorsun." Ses tonu tanımlanamayacak kadar güzel, kelimelere dökülemeyecek kadar özeldi. Jungkook dilini dudaklarında yavaşça gezdirdiğinde, sakinleşmeye çalışıyordu.
Jungkook kalçasına baskı uygulayan sertlikle şaşkınlık içerisinde elinde sıkıca tuttuğu bıçağı gürültülü bir şekilde tezgaha düşürdü. Yutkunuşu sessiz mutfakta yankılanırken sertleşmiş penisi eşorfmanını zorluyordu.
"Taehyung." İnlermişçesine dudağından dökülen isim, onun kadar güzeldi. Boynuna değen ıslak dudaklarla irkildi. Usta bir şekilde boynuna sakin öpücükler konduran dudakları onu çileden çıkarıyordu, bunu kendisine yapan adamı ise delicesine öpmek istedi. Cidden, hiçbir şeyi istemediği kadar istedi. Islak öpücükler yavaşlığıyla aklını kaybettiği emmellere, emmeller küçük ısırmalar ve ıslak dil darbelerine dönüştüğünde inlemesinin küçük mutfakta yankılanmasına izin verdi.
"Cezan için ne önerirsin Jungkook? Hem tişörtümü berbat ettin, hem de mesajıma geri dönüş yapmadın. Sana ne yapmalıyım?" Dudakları kulağına değerek kıpırdandığında, kalçasını oldukça sert bir şekilde arkasındaki bedene yasladı.
"Küçüğüm, beni sınama." Fısıldaması, Jungkook'un zevk sularını eşorfmanına bırakmasına sebep olurken ani bir haraketle arkasına döndü.
Gözlerini Taehyung'un gözleriyle buluştuğunda gözünün içine girmek üzere olan kahverengi kahkülü istemsiz bir şekilde ince parmaklarıyla düzeltti. Geniş omuzlarına sarılıp bedenlerinin birbirleriyle buluşmasına sebep oldu.
"Seviş benimle, babacık."
AMACIM BU BÖLÜMDE ŞEETTİRMEKTİ AMMA VE LAKİN ÇOK UTANDIM, DİĞER BÖLÜME ARTIKIN