Sıkıntıyla dişini dudağına sert bir şekilde bastırdığında aldığı metalik kan tadı ile kaşlarını daha fazla çatmıştı.
Bornozunun önünün açılmasını umursamadan, yarım saat önce çıkmasına rağmen, hala buharını ve sıcaklığını koruyan banyosuna gitti. Aynadaki buharı bornozun geniş kolu ile hızlıca sildi. Daha iyi görebilmek için aynaya doğru eğildi, dudağındaki kabuk bağlayan yaraya uzunca bir süre bakmaya devam etti. Aynadan uzaklaştığında geniş banyoda bir ileri, bir geri gidip duruyordu. Şayet biri onun bu halini görse başı döner, artık durması için gerekirse bayıltana kadar dövebilirdi. Ayağı yere damlayan su damlalarının üzerinde dengesini korumakta zorlandığında, asla etmeyeceği türden bir küfür savurdu. Belirginsizlikten dolayı gerginleşen sinirlerini sakinleştirmek için banyoya kıyasla daha ferah olan odasına döndü. Derin nefesler alıp verirken sakince ne yapması gerektiğini düşünüyor, gerçek olma ihtimalini düşünerek sıkıntıyla dişlerini soğuk parmaklarına geçiriyor, bir süre de ısırıyordu. Aklına gelen fikirle kafasına sertçe "Aptal," diyerek vurdu, neden daha önce aklına gelmemişti ki?
Yatağının yanındaki küçük kahverengi dolabın üzerinde duran son model telefonu eline aldı, titreyen elleriyle birkaç kez parolasını yanlış girmişti. Sinirle derin bir iç çekti, sakin olması gerekiyordu. İnce ve uzun parmakları yavaşça tuşların üzerinde dolandı. Parolasını girerken ekranda parlayan üç cevapsız arama dikkatini çekmişti. Kilit açılıp beyaz duvar kağıdı ile karşılaştığında sonunda şifreyi girebilmenin sevinci ile tebessüm etti, bu tebessüm üç cevapsız aramanın da "Park Aptal"dan olduğunu görene kadar devam etti. İki dakikalığına unuttuğu sıkıntısı tekrar aklına gelirken, parmakları hızla harakete geçmiş ismin üzerine dokunmuştu.
"Sonunda be sarhoş herif!" Jimin'in telefonu açış şekliyle bir süre olduğu yerde kalmış, gözlerini kırpıştırmış ve cümleyi tekrar tekrar aklından geçirmişti.
"Sarhoş mu?" Tedirginliği sesine yansırken, hattın diğer ucunda olanlardan bihaber Jimin büyük bir neşeyle kahkaha atmıştı. İçinde büyüyen sinirle yanlış bir şey söylememek için dişlerini tüm gücüyle, kırabilecek kadar, sıktı. Cevabı beklerken odasının içinde tekrar turlamaya başlamıştı.
"Evet, hatırlamıyor musun? Dün neden o kadar içtiğine anlam veremiyorum cidden, bir sıkıntın varsa benimle her zaman paylaşabileceğini sana tonlarca kez söyledim." Jimin bir süre karşıdan bir cevap bekledi ama dediklerine karşılık hiçbir ses işitmeyince kulağı ile çıplak omzu arasına sıkıştırmış olduğu telefonu eline aldı. Jungkook'un üstüne kapatıp kapatmadığı kontrol etmek amaçlı kararan ekranı aydınlattı. Kapatmamıştı. Şaşırdığını belli edercesine bir ses çıkardı, aslında Jungkook kötü bir içici değildi -hatta içmeyi çok severdi- ama gerçekten hatırlamıyor olmalıydı.
"Taehyung'a da teşekkür borçluyuz. Adam tişörtünde senin kusmuklarınla aşağı indi, doğrusunu söylemek gerekirse seni kucağında taşıması beni biraz kuşkulandırmıştı. Yukarı kattan, aşırı seksi bir adamın kucağında çıktın Jungkook. Yürüyemeceğini söylediğinde gözlerimin ne kadar büyüdüğünü bir düşünsene," dedikten sonra öyle tiz bir kahkaha attı ki Jungkook telefonu kulağından uzaklaştırmak zorunda kaldı. Bir yandan Jimin'in dediklerini hazmetmeye çalışıyor, diğer bir yandan ise az önce duyduğu cümleyi sindirmek için içinden tekrarlıyordu.
Taehyung.
Aşırı seksi adam.
Kucağında indim.
Yürüyemeyeceğimi söyledi.
Tanrım, biz naptık!
Bir şey yaptık mı?
Tişörtüne mü kustum?
Yutkundu. Gerçekten ne olduğunu hala tam olarak anlayamamıştı ve kafası daha çok karışmıştı. Yatağına oturduğunda "Jimin, kim bu Taehyung?" diye sormadan edememişti. Aldığı karşılık ise içerisinde bolca alay tınısı bulunduran başka bir tiz kahkahaydı. Çok fazla gülüyordu, bu ise Jungkook'u diğer günlerden daha fazla rahatsız etmişti. Sinirleri, olabilirmişçesine, daha çok gerilmişti.
"Adamın kucağında inen sensin ve bunu cidden bana mı soruyorsun?" Her kelimeyi tane tane söyleyip bastırdığında Jungkook da dişlerine uyguladığı baskıyı arttırıyordu.
"Bilsem sana niye sorayım, aptal yaratık?" Sesine içindeki tüm karmaşık duyguları yansıtmıştı, Jimin'in de ciddileştiği hatta gelen yatak gıcırtısından geliyordu.
Jimin yattığı geniş yataktan Yoongi'yi uyandırmadan doğrulmaya çalıştı. Beyaz çarşaf omuzlarından aşağı inerken, çıplak tenine değen soğuklukla irkilmişti. Onun da kaşları bulunduğu durumun ciddiyetiyle çatılmıştı. Sahiden, ne kadar içmişti?
"Taehyung hakkında kimsenin pek bir bilgisi yok. Yoongi ile barda birkaç kez birbirlerine baş selamı verdiklerini gördüm. Uyanınca ondan birkaç şey öğrenmeye çalışırım ama birbirlerine karşı pek bir yakınlıkları olduğunu düşünmüyorum. Benim bildiğim tek şey ise adı ve." Bir süre duraksadı, dişini dolgun ve, Yoongi ile dünki sert öpüşmelerinden dolayı, yara içerisinde olan dudağına geçirdi.
"Adı. Gerçekten, başka bir şey bilmiyorum." Tüm dürüstlüğünü sesine yansıtmış, Jungkook'un onun söylediklerinin doğruluğuna dair şüphe dahi arayamamasına sebep oldu.
"Teşekkür ederim, hyung." Jimin işittiği 'hyung' kelimesiyle kaşlarını kaldırırken olayın ciddiliğini daha iyi kavramıştı. Jungkook'un ona normalde pek de saygılı davrandığı söylenemezdi açıkçası...
Telefonu kapatmadan hemen önce Jungkook, Jimin'den Taehyung'un numarasını bulmasını ve ona atmasını istedi. Jimin onayladığında telefonu kapattılar.
Jungkook kurumaya başlayan saçlarını sinirle çektiğinde en nefret ettiği şeyin belirsizlik olduğunu düşündü. Elinde tuttuğu telefonundan bildirim sesinin gelmesiyle hızla yattığı yatakta doğruldu, ekran kilidini bu sefer başarılı bir şekilde ilk seferde açtı. Jimin'in, istediği telefon numarasını bulup ona attığını düşünüyordu.
Düşündüğü gibi olmadı.
"Babacığın için bir tişört borçlusun, küçüğüm. Sana tekrar bir ceza vermeli miyim?"
Bilinmeyen numaraya uzunca bir süre baktığında, onun Taehyung olduğundan adı kadar emindi.