Jungkook büyük ve beyaz yatağının içinde gördüğü rüyanın etkisiyle terler içinde kalmıştı. Gözleri hafif aralanmaya başladığında hızla kapattı, rüyasındaki o büyülü anlara geri dönmeyi istiyordu. Uykudan nefret ettiği halde o pürüzsüz ve damarlı ellerin vücudunda dolanarak aynı karıncalanma hissini yaşatması düşüncesiyle sonsuza kadar uyuyabilirdi.
Uyanmamaya çalışmanın gereksiz bir çaba olduğunu fark edince hüsranla yatağında doğruldu. Terden ıslanmış saçlarını elleriyle karıştırdıktan sonra beyaz yatağa bulaşmış sıvıya baktı. Cidden bir rüyadan bu kadar etkilenmesi hiçbir akla mantığa sığmazdı.
Büyük bir iç çekişle ayağa kalktı. Rüyanın etkisiyle vücudu kendine gelememiş, düşecek gibi olmuştu. Dengesini korumak için yatağının yanındaki minik dolaba destek alırcasına bir elini koymuş ve bir süre öylece olduğu yerde kalmıştı.
Dengesini sağladığından emin olduğunda adımlarını odasındaki banyoya yönlendirdi. Beyaz ve altın rengi ile harmanlanmış banyosu önemli bir iç mimar tarafından yeniden düzenlenmiş, eski sıkıcı sadeliğini kaybederek oldukça güzel bir hal almıştı. Ödediği paranın -ailesinin onun için gönderdiği paranın demek daha doğru olabilirdi- hakkını layığıyla yerine getirmişti.
Siyah eşorfmanını ve iç çamarını çıkararak kirli sepetine attı. Dikkatli bir şekilde tahtalarla çevirili olan jakuzisinin içine girerek sıcak suyun bedenini rahatlatmasına izin verdi. Kafasını geriye atarak derin bir nefes aldı, rüyasını hatırlamaya çalıştı. Bir yandan da uyandığından beri hissettiği şiddetli baş ağrısını az da olsa hafifletmek amacıyla parmakları ile şakaklarını ovuyordu. Su onu biraz daha kendine getirmiş, baş ağrısı daha çekilebilir hale gelmişti. Buruşan parmak uçlarına baktı. Suların etrafa saçılmasını umursamadan ayağa kalktı, rüyasını hatırlamamak canını sıkıyor ve onu sinirlendiriyordu. Düşüp bir yerini kırmanın ona hiçbir fayda sağlamayacağı aklına gelince aynı dikkatle indi. Çıplak bedeni üşümeye başladığında minik askılıktan siyah bornozu alarak giyindi. Islak bornozuna rağmen kendini yatağına attığında aklında netleşmeye başlayan düşüncelerle kaşlarını çattı.
En yakın arkadaşı ile görüntüsünün onu korkuttuğu bir bara gittiler. Siyah ve paslı demir kapıyı zorlayarak açan arkadaşına gözlerini kapatıp derin bir nefes alarak karşılık verip, fırsatları varken geri dönmeleri gerektiğini söyledi. Park Jimin ise büyük bir sabırla zoraki açtığı kapıyı kapatıp, hoşlandığı -onun deyimi ile delicesine aşık olduğu- adamın bu gece, bu bardaki sahnede çıkacağını söyledi. Jungkook, Min Yoongi ve Park Jimin'in Tanrı'nın onu sınamak için bu dünyaya gönderdiği iki insan olduğunu düşündü. Arkadaşının gözlerindeki kararlılığı gördü ve daha fazla itiraz edemeyerek ona uyma kararı aldı. Barlara giderdi, korkak bir bebek değildi elbette ama içinden bir ses bu bara girmenin onun için güzel sonuçlar doğurmayacağını söylüyordu -ki barın görünüşü de bu düşündüğü şeyi onaylıyordu.
Derin bir iç çekerek kapıyı zorlayan arkadaşına destek olmak için oraya yöneldi. Jimin'in kendi ellerine göre ufak olan ellerinin üstüne elini koyarak kapıyı ittirmesine yardımcı oldu. Burnuna dolan pas kokusuyla yüzünü buruştururken sonunda kapıyı açtıklarında suratında zafer dolu bir gülümseme yer edindi. Siyah iki duvar ile çevrili dar koridorda Jimin sabırsız, Jungkook ise temkinli adımlarla ilerledi. Bunaltıcı koridordan çıktıklarında Jungkook derin bir nefes verdi. Neon ışıklar bir süre gözlerini kırpıştırmasına neden oldu.
Kulaklarına dolan güzel ve erkeksi melodi, sevdiği bir şarkıyı ona daha güzel göstermişti. Gözlerini sesin geldiği yöne, sahneye, çevirdiğinde gördüğü manzarayı resmetmek için onlarca ressamın sıraya girebileceğini düşündü. Neon ışıkların altında, gözlerini kapatıp mikrofonu bir eliyle sıkıca tutan adamı uzunca bir süre inceledi. Kırmızı dudaklarının kıpırdanış şekline, büyük ve damarlı ellerinin mikrofonu sıkmaktan beyazlaşan parmak boğumlarına, gözünün içine girmiş gibi duran kahküllerine...
O derin bir iç çekerken, adam gözlerini açmış onun bakışlarına karşılık vermeye başlamıştı. Jungkook sesli bir şekilde yutkunurken, Jimin onu kolundan tutarak deri bar taburelerinden birine oturtmak için sürüklemişti. Gözleri az önceki adamı görmek için sahneye çevrildiğinde adamın orda olmadığını gördü. Omuzları büyük bir hayal kırıklığıyla düşerken ensesinde hissettiği nefes tüylerini diken diken etmiş, sırtı gerilmişti.
"Benimle sevişmek ister misin, küçüğüm?" Kulaklarına dolan aynı güzel ve boğuk ses ile arkasına dönmemek için kendi içinde bir savaş verirken, yutkunmasına engel olamadı. Arkasındaki adam duymuş olacak ki ona harika bir kahkaha bahşetti.
"Saat tam üçte, üst katta beni bekle. Jeon Jungkook."Ensesinde hissetmediği nefesle, gittiğini düşünerek arkasına döndü. Siyahlar içerisindeki adam, gidiyordu. Ondan uzaklaşan adımlarla birlikte terleyen avuç içlerini siyah kot pantolonuna sildi. Cebine zor sığan telefonunu rahatlıkla çıkardı. Ekranı aydınlatarak saate baktı.
2:27
Heyecen ve sabırsızlıkla dudaklarını dişlemeye başladı. Bir yandan adamı hayal ediyor, diğer yandan da Jimin'in dediği şeyleri dinliyormuş gibi yapıyordu. Jimin'in ne ara sipariş ettiğini anlamadığı tekilayı kafasına diktikten sonra boynunu ovdu. Telefonunu tekrar eline aldı, saate baktı.
2:34
Zamanın geçmesi için ne yapabilirdi? Jimin koluna vurduğunda kızmak için sinirle ona döndü.
"Yoongi çıktı, Jungkook." Cümleyi birkaç kez kurduğunda Jungkook dişlemekten kanattığı dudağına sıkıntıyla dokundu. Oldukça büyük sahneye baktığında Yoongi ve grubunun orada olduğunu, gitarlarını hazırladıklarını gördü. Az önceki adamın orda olmasını dilerdi, iç geçirdi. Jimin'i dinleyerek zamanın geçmeyeceğini anladığında barmene birkaç tekile daha getirmesini rica etti. Onunla diyalog kurmaya çalışan barmene gözlerini devirme isteğini bastırdı. Aslında güzeldi. Küt kestirilmiş siyah saçları -muhtemelen boyaydı-, bir koreliye göre büyük olan gözleri, dolgun göğüsleri ve ince bir beli vardı. Bu bardaki, hatta ve hatta Kore'deki birçok erkeğin arzulayacağı türden bir kadındı. Eğer az önceki adam gibilirden hoşlanmasaydı, kendisi de arzulayabilirdi.
2:54
Bar tezgahının üzerinde duran boş tekila bardaklarına baktı -kaç tane olduğunu sayamıyordu, görüşü bulanıklaşmıştı ve çift görmeye başlamıştı-. Hızla kalktı, merdivenlere doğru yönelecekken yanındaki boş, deri sandalyeye çarptı. Jimin'in ne ara ortadan kaybolduğunu düşündü, hatırlayamıyordu. Ona endişe ve alayın harmanlandığı gözlerle bakan barmene iyi olduğu ile ilgili bir şeyler zırvaladı. Bordo merdivenlere ulaşana kadar birkaç insana çarpıp, özür dilemek zorunda kaldı. Zorlukla merdivenleri çıkarken sendeledi. Tam düşecekken onu tutan güzel adama baktı. Bir süre gözlerini kırpıştırdı.
"İkizin mi var?" Adam alayla dudağının sağ kenarını kıvırdı.
"Aynı anda mı haraket ediyorsunuz? Çok havalı!" dedikten hemen sonra havalanmış, kendini adamın kucağında bulmuştu. Düşmemek için kollarını adamın boynuna dolayıp, sıkıca sarıldı. Burnuna adamın sigara ile karışık kendi kokusu gelince kokuyu içine çekmeden duramadı. Adam tek eliyle Jungkook'un kalçasından tutup diğer eliyle mor bir kapının kilidini açmak için cebine uzandığında Jungkook kollarını sıkılaştırdı. Cebinden çıkardığı anahtarla hızlı bir şekilde kapıyı açan adama yakından baktı. Güzelliğini nasıl tarif edeceğini düşündü. Sahi, çok mu içmişti?
Siyah yatağa fırlatılan bedeniyle biraz da olsa sarsılırken karşısında dikilen adama baktı.
"Babacığın seni bu kadar içtiğin için cezalandırmalı, değil mi küçüğüm?" Bacaklarını ikinci bir deri gibi saran pantolonunu çıkarmak için düğmesine uzandı.
Jungkook irkilerek yattığı yatakta hızla doğruldu. Bir rüya nasıl bu kadar net hatırlanabilirdi, yoksa rüya değil miydi? O zaman burada ne işi vardı?