-11- / İmza Günü

256 40 17
                                    

 (Y/N) Bölümde emeği geçen şarkılar önceki bölümlerde olduğu üzere Chanyeol beyin All Of Me coverı ve IU'nun Glasses'ı. Eğer dinlemediyseniz dinlemeyi unutmayın.

 Ayrıca, hakkım olmadığını biliyorum ama kalbim kırılıyor. 20 kez hatta 30 kez okunmasına rağmen bir kişi yorum ya yapıyor ya yapmıyor. Çok değersiz hissediyorum böyle zamanlarda. Oy gibi bir derdim bile yok. Yalnızca ne düşünüyorsunuz bilmek istiyorum. Lütfen.

 Keyifli okumalar!


O aptal kuyrukta bekliyordum. Sırf onu kıramadığım için. Şöyle ki, kurada benim ismim çıkmıştı ve ben hakkımı Min Su'ya devretmek istesem de bunun mümkün olmadığını öğrenmiştim. Min Su ile uzunca kavga etmiştik ve en sonunda üzüldüğünü görünce bu kuyrukta bulmuştum kendimi. Onca kızın arasında elinde albümle bekleyen nadir erkeklerdendim. Ve onunla karşılaştığımda, önce ne söyleyecektim bilmiyordum.

 Sıra bana geldiğinde birkaç görevli beni odaya aldı. Bu kapalı bir imza günüydü. Odaya girmem ile masada oturup benim olduğum tarafa bakan onu görmem bir oldu. Başta elim ayağım titredi, bu yüzü yakından görmeyeli uzun zaman olmuştu. Gerçekten uzun zaman.

 Bana bakan yüzü incelediğimde, onun da şaşırdığını anlamakta gecikmemiştim. İlk ben konuştum.

 "Merhaba Min-" Duraksadım, kahkaha attım. "Pardon, IU-ssi."

 Bunu bilerek yapmıştım.

 Başta şaşırsa da o da kahkaha atmaya başladı.

 Bunu beklemiyordum.

*


 İmza gününün düzenlendiği alışveriş merkezinin ilk katında yapay bir ağaca yaslanmış bekliyordum. Bir süre ayakta kaldıktan sonra beni yere çeken güce karşı koyamadım ve kıyafetlerimi umursamaksızın oturdum yere. Sırtımı ağaca yaslamıştım yeniden. Ne kadar yapay da olsa, gerçekten iyi bir işçilikle yapılmış olmalıydı ki gerçekmiş gibi hissetmiştim.

 Ne kadar zaman geçmişti ruhum bu bedende uyanalı? Bir yönden düşününce çabucak geçmiş gibi geliyordu, diğer yönden düşününce ise sanki asırlardır bu bedendeydim. Asla ve asla alışmamam gereken bir şeydi bu bedende yaşamak. Ama sanki bir süredir, hangi bedende olduğumu umursamıyor gibiydim. Ruhumun da bir kalbi var mıydı, bilmiyordum, ama sanki kendi bedenimdeymişim gibi bana ait olan bir kalp hissediyordum tam göğsümde. Bazen hızlanan bazen yavaşlayan...

 Bakışlarımı tam karşımda duran büyük dijital saate çevirdim. Öğlen olmak üzereydi. Ha Jun gideli iki saatten fazla olmuştu. İlk sıralarda olmasına rağmen neden bu kadar gecikmişti bilmiyordum. Ama bildiğim bir şey vardı, eğer biraz daha gecikirse şuracıkta teslim edecektim ruhumu. Yanıma koyduğum sırt çantasını açtım ve içinden şifresini bir telefoncuya birkaç saat önce kırdırttığım telefonu çıkardım. İçini açmaya fırsat bulamamıştım, dershanedeki fen dersinden çıktıktan sonra önce telefoncuya gitmiş ardından buraya gelmiştik.

 Ana sayfaya girdim ve neler var incelemeye başladım. Ne işe yaradığını bilmediğim birkaç program vardı. Muhtemelen internete ihtiyaç duyacaklardı açmak istersem. Ama telefonda bir sim kart olmadığı için internete bağlanma olanağım yoktu ve bu uygulamalara bakmayı erteledim. Galeriye girdim hızlıca. Tek bir tane bile resim yoktu. Çıktım ve mesajlara girip girmeme konusunda kararsız kaldım. Eh, sonuçta içinde sim kart bile yoktu. Mesajlara bakmaktan vazgeçip rehbere girdim. Bir tane numara kayıtlıydı, isimsiz olarak. Bu numarayı aramayı ve sahibini öğrenmeyi bir kenara not ettim aklımda. Rehberden de çıktıktan sonra müziklere geldim. Belki yüzlerce parça vardı. Birçoğu bildiğim sanatçılar iken gerçekten büyük bir kısmı da hayatımda hiç duymadığım sanatçılardan ve şarkılarından oluşuyordu. Dinlemek istedim ama kulaklığım olmadığı için vazgeçtim. Bir kulaklık almayı ve bunların ne tür müzikler olduğunu öğrenmeyi de aklımın bir başka köşesine not ettikten sonra telefonu kapattım ve çantaya attım.

 Başımı ağaca yaslarken, alışveriş merkezinin içinde çalan parça değişti ve benim son albümde en sevdiklerimden 'Gözlük*' çalmaya başladı. Gözlerimi kapattıktan sonra dudaklarım aralandı. Bir fısıltıdan bile daha sessiz bir şekilde mırıldanmaya başladım sözlerini. Şu anıma en uygun sözler bu sözlerdi. Yazarken geleceğimi görmüş olmalıydım.

 Ben mırıldanmaya devam ederken yan tarafımda bir hareketlilik sezdim. Yanıma oturan dev bedenin kime ait olduğunu anlamak için gözlerimi aralamama gerek yoktu. Hafif bir vanilya kokusu burnuma dolarken mırıldanmayı kesmiştim. Hareket etmeye mecalim yoktu, zihnen yorgundum, uyanmamak üzere uyumak istiyordum.

 "Yine de gözlüklerimi takmak istemiyorum."

 Benim yarım bıraktığım cümleleri tamamlamıştı o kadifemsi sesiyle. Gözlerim kapalıydı, yüzünü görmüyordum, ama sesiyle belirivermişti gözlerim önünde. Dünya tatlısı bir sesi vardı. Benim, IU'nun sesi bu sesin yanında eşek anırmasına benziyor olmalıydı. Aklıma gelen düşünce ile dudaklarım kıvrıldı yukarı doğru. Gözlerimi araladım çok acele etmeden ve kalktım yerimden.

 Ayağı tamamen kalkıp ona döndüğümde onun hâlâ oturduğunu ve gözlerini kapatmış olduğunu gördüm. Çok yorgun görünüyordu. Doğru ya, onu oradan oraya sürükleyip duruyordum sanki bana ait bir evcil hayvanmış gibi. Eğer benim olacaksa, bir köpek yavrusu olmasını bile kabul edebilirdim. Aklıma gelen uyduruk düşünce ile yeniden kıvrıldı dudaklarım yukarı. Ama bu kez hafif kıkırdamış olmalıyım ki gözleri aralandı. Bana baktı. Çok geçmeden de doğruldu yerinden.

 Bir şeyler söylemek için kendimi hazırlamıştım ki elinde tuttuğu albümü bana uzattı ve gülümsedi.

 "Çok istediğin imzayı aldım."

 Elinden telaşla aldım albümü ve imzaladığı yeri araladım. Karşılaştığım şey ile şaşırmamıştım. İmzamın berbat bir taklidiydi.

 "Acıktıysan bir yerlerde yemek yiyelim? Betin benzin attı. Kireç gibi oldu yüzün."

 Hızlı ve telaşlı konuşan Ha Jun'a kaldırdım bakışlarımı. "Bana bir şey söyledi mi? Yani Min Su'ya bir şey söyledi mi?"

 Bakışlarını kaçırdı önce. Sonra baktı gözlerimin içine. Başını belli belirsiz öne salladı.

 "Üniversiteye gitmek hayali sana ait değil ise ve gerçekten de içinden gelmiyorsa, ders çalışarak ya da seni yönetmeye çalışan insanları dinleyerek vakit kaybetmek zorunda değilmişsin."

Gözlerinin içine bakıyordum, ama bir anlığına sanki Ha Jun'un değil de, Min Su'nun gözlerinin içine bakıyormuşum gibi hissettim. Ben ağzımı açıp tek kelime edemeden bir yumru yerleşti boğazıma sıkıca. Nefes almamı güçleştiren. Ardından gözlerimin önündeki Ha Jun buğulandı. Gözlerim dolmuş olmalıydı.

 Derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştım bakışlarımı yere indirirken. İçimde bir şeyleri tutmaktan perişan olmuştum ve tek başıma da çıkamıyordum bu ipsiz ve dipsiz kuyudan. Birilerine anlatmak istiyordum ama çevremde ondan başkası yoktu güvenebileceğim. Çaresizce Ha Jun'a anlatmak istedim. Anlatmak, anlatmak ve inanmasını beklemek. Ama daha kendim bile inanamıyorken, Ha Jun'un inanmasını bekleyemezdim.

 Ayakta dikildiğim ve hislerimin kara bulutları arasında kaybolduğum birkaç saniyenin ardından gözyaşlarım nihayet taşmıştı pınarlarımdan. Sağ ve sol omzumun üstünde hissettiğim kollar ve burnuma dolan onun kokusuyla fark ettim bana sarılıyor olduğunu. Hayatımda gardımı bütünüyle ilk kez indiriyordum ve ilk kez teselli ediliyordum içten bir sarılma ile.

 Kalbini hissedebiliyordum onun. Bana biraz da olsa değer verdiğini hissedebiliyordum. O da hissedebiliyor muydu kalbimi?

 Anlayabiliyor muydu aslında farklı bir ruh olduğumu, tanıdık bir bedende.



HAPŞU! • lee jieun fanfiction • (✔)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin