Uzun bir koşuşturmanın ardından eve girebilmiştik. Ayağımdaki spor ayakkabıları, oldukça bitkindim çıkarırken. Hastaneye gitmiştik önce. Kaşıma iki tane dikiş attırmıştık. Oradan göz kontrolüne gitmiş ve sanki mümkün gibi daha da ilerlemiş olan göz numarasına söverken gözlük almaya gitmiştik. Bir iki güne yapılacağını öğrendikten sonra eve dönmeyi ancak başarabilmiştik. Ha Jun'un yanından ayrılalı ne kadar oluyordu? Belki dört saat. Min Su'nun annesinin ısrarlarıyla lens kutusunu aldım ve üst kata çıktım.
İki katlı bir evde yaşıyordu Min Su. İki katlı olmasına rağmen aşırı lüks yakıştırması yapamazdım eve. Ama oldukça iyi dekore edilmiş, şirin sayılabilecek bir evdi. Tek eksiği aile sıcaklığı, kahkahalar ve belki de televizyon sesleriydi. Ama ev yalnızca evdi. Evde televizyonun açıldığını bir kez bile görmemiştim. Gerekmediği sürece konuşan da olmuyordu. Gülmek mi? Belki ben delirdiğim zamanlar, yalnızca o kadar.
Önce Min Su'nun odasına gittim ve dolaptan kıyafetleri aldım. Odadan çıkıp banyoya ilerlerken havlu dolabından da havluları almıştım. Ayaklarımı sürüyerek girdim banyoya. Kapıyı ses çıkarmamaya özen göstererek kapattım. Kıyafetlerimi kapının hemen yanındaki askıya astım düzenli bir biçimde. Ardından duşakabinin yanındaki askıya da bornozu astım. Adımlarım beni banyonun bir kenarındaki boy aynasına sürüklüyordu. Adımlarımı dinledim, aynanın karşısına kadar da vardım. Gözlerim ilk yansımadaki gözleri buldu. Lenslerimi takmak geldi aklıma, incelemek istiyordum Min Su'yu. Yanımda getirdiğim küçük lens kutusundan lensleri aldım ve birkaç dakika içinde yerleştirdim göz bebeklerime.
Gözlerim yansımadaki yüzü buldu. Göz altları çökmüş genç kızı. Yüzü oldukça oval ve küçüktü. Yüzü gibi küçük bir burnu vardı ve dudakları. Dudaklarını o kadar çok dişlemiş olmalıydı ki yaralarla doluydu. Yanakları bir miktar içe çökmüş ve elmacık kemikleri 'hastalıklıyım' diye haykırıyordu sanki.
Bir süre sonra dayanamadım ve üstümdeki kıyafetleri çıkardım.
Karşımda duran yaralı kızı incelemeye başladım bu kez. Boğazında belli belirsiz çizikler vardı. Yaklaşık üç hafta öncesinden kalan. Çok belirgin olmayan köprücük kemiklerinde de izler vardı. Bakışlarımı karşımdaki genç kızın kollarına indirdim. Kimi yatay, kimi dikey, kimi çarpraz onlarcası ile doluydu. Karın ve bacak kısmında da bir o kadar morluk. Hoş, aslında sararmaya başlamıştı. Yakında geçeceklerdi belli ki.
Min Su'nun bedenini incelerken gözlerim dolmuştu ve göz yuvalarımdan düşmek için zaman kolluyorlardı. Bu birçok izi ben mi yapmıştım sahiden? Aklıma gelen ile banyonun içinde dolandım birkaç defa. Çok geçmeden, duşakabinin alt kısmını söküp aradığım şeyi buldum ve yeniden aynanın karşısına geçtim. Elimdeki ufak bıçakla mı olmuştu tüm bunlar? Dönmüş müydü gözüm o kadar? Bıçağı elime aldım ve oynamaya başladım. Çok geçmeden de fırlattım yere geri.
Gözlerim yeniden yansımadaki gözleri buldu. Oralarda bir yerde olmalıydı. Min Su. Oralarda olmalıydı. Bir süre önce aklıma gelen dehşet düşünce yeniden doldu zihnime. Ellerimi vücudun her köşesinde gezdirdim yavaşça. Yansımadan alamıyordum gözlerimi.
Gerçekten pis eller dokunmuş muydu bu bedene?
Min Su'yu kendi bedeninde hapsetmiş miydi o pis eller?
Bir türlü atamıyordum zihnimden. Olmuyordu. Oyalayamıyordum.
İlk zamanlar her ayna gördüğümde kırdığım ya da çığlıklar atarak kendimi –Min Su'yu- kesmeye çalıştığım için Min Su'nun annesini çoğu aynayı kaldırmıştı. Ve büyük bir kısmını da siyah örtülerle kapatmıştı. Ve bu karşımdaki ayna da yoktu bugüne kadar. Belki de ben varlığını fark etmemiştim sadece.
Arkamı döndüm ve duşa ilerledim. Bakmayacaktım. En azından bugün için. Suyun ısısını ayarladım ve kendimi suyun altına attım. Min Su'nun vücudunun her parçasını büyük bir özenle yıkadım. Eğer gerçekten birisi Min Su'ya o anlamda dokunmuş ise, o kiri ben temizleyebilirim, diye düşünüyordum.
Peki gerçekten mümkün olabilir miydi bu? Yapabilir miydim?
*
Duştan çıkıp üstümü giyindikten sonra yatağa attım kendimi. Beynim olanları kaldıramıyordu. Ya da kendi kuruntularım yüzünden kafayı sıyıracaktım. Uyumak istiyordum ama oldukça erkendi. Eğer bu saatte yatacak olursam da Min Su'nun annesini yanıma gelecek ve sınava ne kadar az kalmış olmasından bahsedecekti. Yapabileceğime hâlâ inanıyor olması bile bir mucizeydi benim gözümde. Sonuçta hafızamı kaybettiğimi düşünüyordu ve sıfırdan başladığımın farkındaydı. S Üniversitesine giremeyeceğimi zaten biliyorduk ama ben tüm ülke genelinde hiçbir üniversitenin tıp fakültesine yetecek puanı alabileceğimi düşünmüyordum. Yapamazdım ki.
Yataktan doğruldum ve oturur hale geçtim. Çalışma masasının olduğu tarafa döndüm ve bakmaya başladım. Binlerce not ve formül kağıdının arasından gördüğüm yalnızca iki kelime beni çoktan yerimden kaldırmıştı bile. Min Su benim için mi yazmıştı bunu yoksa?
"Evet, yapabilirsin."
Masaya oturdum ve masa lambasını yaktım. Yan tarafımdaki çantadan not kağıtlarımı çıkardım. Üst kısımdaki raflardan da kalın bir konu anlatım kitabı ile çalışma kitabını aldım.
Kalın kitaptan alşimistler ile ilgili kısmı açtım. Onların saçma uğraşları ile ilgili kısmı tekrar okuyup çalışma kitabına geçebilirdim. Bugün öğrendiğim kadarıyla oldukça kolay bir konuydu çünkü. Ölümsüzlüğü bulmaya çalışıp her şeyi altına çevirebilmek istemişlerdi. Bu kadar. Hoş, ezberlemem gereken bir dolu alşimist ve onların buldukları ile ilgili bir tablo ile karşılaşana kadar böyle düşünüyordum en azından.
Bir saatin sonuna doğru, çözdüğüm beş sorudan dördünü ard arda yanlış yapmamdan anladığım, odaklanamıyordum. Aklıma takılıyordu sürekli bugün olanlar. Min Su'ya ulaşmam gerekiyordu. Ona ulaşmak benim için kolay değildi çünkü. Belki bir konser çıkışı kulisine dalmalıydım, belki de bir imza gününe katılıp onu şaşırtmalıydım. Ne saçmalıyorsam! Direk evime de gidebilirdim. Ama tüm bunları yapmadan önce Min Su'nun annesini aşabilmeliydim. Güvenini kazanmaya daha yeni başlamışken ondan habersiz bir ünlü (!) ile görüşmeye gitsem neler olurdu kim bilir. Sahi, gitsem ve görsem kendi bedenimdeki Min Su'yu, ne değişecekti? Sonuçta bana bedenimi geri ver desem verebilecek değildi ya?!
Elimdeki kalemi hiddetle karşı duvara fırlattım ve önümdeki çalışma kitabına bakarak söylendim.
"Si*eyim seni Berzelyus."
İlk yazar notu, oley! Öncelikle arkadaşlar, Berzellius'un alşimist olmadığını biliyorum. Yalnızca kızcağımızın çalıştığını sandığı konuyu da nasıl çalışmış olduğunu göstermek istedim. Biliyorum çok yavaş ilerliyor, biliyorum daha çok Ha Jun'lu bölümler görmek istiyorsunuz. Ama konu yalnızca onların arasındaki ilişki olmadığı için o kısma geçene kadar biraz Min Su ile ilgilenmem gerektiğini düşünüyorum. *göz yaşları* Umarım anlayışla karşılarsınız.
Ha bu arada, bu bölümü BlonDark 'a ithaf ediyorum. Çünkü önceki bölüme tek yorum yapan oydu. O da olmasa muhtemelen yeni bölümü atana kadar uzun bir süre geçecekti. Umarım bundan sonra daha çok kişi yorum yapar. Çünkü düşüncelerinizi merak ediyorum. Lütfen yorum yapmayı unutmayın!
Kendinize iyi bakın!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAPŞU! • lee jieun fanfiction • (✔)
Hayran KurguHayatımda ilk defa, ve muhtelemen sondu, kendi gözyaşlarımı sildim. Kendi kendime sarıldım. Kendi hıçkırıklarımı dinledim ve kendi sırtımı sıvazladım. Hayatımda ilk defa, ve muhtemelen sondu.