Ellerimde hissettiğim sıcaklıkla irkildim ve bir süredir kapatmış olduğum gözlerimi açtım. Ji Eun, parmaklarımı parmaklarında sabitledi ve beni yavaşça çekti. Kalabalığın arasında çok fazla kişiye rahatsızlık vermemeye çalışarak ilerlemeye başladık. Kapıya geldiğimizde çıkmadan önce, Ji Eun arkasını döndü ve sahneye doğru el salladı. Komik bir şekilde, sanki tek derdi bizmişiz gibi bizden gözlerini ayırmayan Hyun-ssi'de el salladı ve bütün salon bir anda bize döndü. Etraf karanlık olabilirdi ama sahnenin hafif ışığı bile yetiyordu bize döndüklerini görebilmem için.
Bu sefer çeken taraf ben oldum ve salondan çıktık. Bir anda aydınlıkta kalmanın verdiği rahatsızlıkla gözlerimi kırpıştırdım defalarca. Gözlerimi tam anlamıyla açabildiğimde ona döndüm ve onun ışığa çoktan alışmış olduğunu anladım. Güvenlik görevlisine başımızla selam verdikten sonra da tamamiyle sanat merkezinden çıkmıştık.
Ellerimiz hâlâ bir aradaydı ve ilk çeken taraf ben olmak istemiyordum. Eğer çekersem pişman olacaktım çünkü. Yan tarafıma kaçamak bir bakış attım ve onu ileriye doğru bakışlarını sabitlediğini gördüm. Neye baktığını merak ederek ben de önüme döndüğümde taze meyve sıkan standı gördüm ve gülümsedim. Öncekine göre biraz daha hızlandırarak adımlarımı standa yürümeye başladım, elbette onu da benimle hızlandırarak.
O çıkış yapmadan önce, birlikte stajyer olduğumuz o kısa süre boyunca haftada birkaç kez şirketin yakınındaki dükkanda taze meyve suyu içerdik. Kilo almaması için yaptığı rezil diyetlerin tanıdığı tek müsamahanın bu olmasından belki de, içerken çok keyif aldığını hatırlıyorum.
"Bir."
Portakal suyunu ona doğru uzatırken mırıldandım. Beni duymasını beklemiyordum ama duymuştu.
"Bir ne?"
Omuz silktim ve kendi elma suyumu alarak ödemeyi yaptım. "Önemli bir şey değil... Ama sen yine de sana söylediğim bu 'bir'i hatırla."
Bir demiştim çünkü gerçekten birdi.Üçün biri.
Bu yaptığıma pişman olur muyum bilmiyorum, ama üçüncüsünde sana kesinlikle söylemek istediğimi biliyorum.
Umarım beni hatırlar ve bana inanırsın Ji.
*
Market poşetlerini yemek masasının üstüne kibarca bıraktıktan sonra üstümdeki diğer tüm ağırlıkları koltuğa fırlattım. Yemek yapma konusunda iyi olduğum söylenemezdi ama ölmeyecek kadar bir şeyler pişirmeyi öğrenmiştim. Masanın üstündeki poşetleri yeniden alarak buzdolabının önüne geldim ve içindekileri yerleştirmeye başladım.
Belki de bir idole göre fazla fakirdim. Çünkü salonum hem mutfakla birleşikti hem de yatak odasına, banyoya açılan bir hol gibiydi. Yine de bana yetiyordu ki özellikle albümle meşgul olduğum zamanlar evimde vakit geçiremiyordum bile.
Yerleştirme işinin bitirdikten sonra koltuğa fırlattığım eşyaları yeniden aldım ve üzerimi değiştirmek için yatak odasına yöneldim. Aslında bir duş almam lazımdı, en azından biraz gevşer yorgunluğumu üzerimden atardım. Ayrıca neredeyse yıllardır açmadığım televizyonu da açmam ve bugün yayınlanacak Unpretty Rapstar'ın ilk bölümünü izlemem lazımdı. Başta ona karışmamaya, onun ne yaptığını dahi öğrenmemeye karar vermiştim ama bu programa katılacak olması hâlâ beni rahatsız ediyordu. İmajım daha ne kadar sarsılabilir buna şahit olmak istiyordum.
*
Son üç gecedir kafede yattığım için unutmuştum sanırım evimin yolunu. Yanlış sokağa girdiğim için yolumu beş dakika kadar uzatmıştım ve geç kalıyor olmaktan rahatsızdım.
Tüm gün dışarıdaydım ve kafeye de geri gitmemiştim. Bundan bir süre önce olsa patron kesinlikle izin vermezdi ama sanki sihirli bir değnek değmiş gibi aniden karakteri değişmişti ve neşeli birisi haline dönüşmüştü. Bana izin veriyor arada ikramlar bulunuyor ya da günlük ücretimde birkaç bin wonluk arttırma yapıyordu. Durum müthiş bir biçimde rahatsız ediciydi, neden böyle bir insan oluverdiğini öğrenmek istiyordum.
Evden içeri girerken evin, dışarıdan neredeyse daha soğuk olmasına şaşırdım. Işıkları açtıktan sonra birkaç metrekarelik goshiwon tarzı eve göz attım. Karnım açtı, duş almam gerekiyordu. Ayrıca izlemem gereken bir TV programı vardı.
Bir süre önce kafede bulduğum mp3 oynatıcı Min Su'ya aitti. Birkaçını dinledikten sonra sesin ne kadar tanıdık geldiğini fark etmiş ve sonra da onun Min Su olduğunu anlamıştım. Anlamını bilmediğim küfürler ediyor ve dünya üzerinde uçan kuşa dahi sövüyordu. Kendisinin yazdığını tahmin ettiğim bu sözler ne kadar nefret kusuyor olsa da, çoğu kez 'Bunu nasıl yazmış?' diye düşünmüştüm. Yeteneğini göz ardı edemezdim yani. Ama işin komik kısmı, üniversite kazanamıyor olarak bilinen onun aslında bunun için hiç çaba sarf etmiyor olmasıydı. Bunu kendisi de söylüyordu, ihtiyacım yok, diyordu.
Televizyonu açtım ve karşısına kuruldum. Duşu sonra alabilir ya da karnımı biraz geç doyurabilirdim.
Kanalı açtıktan sonra başlangıcını kaçırdığım programı seyretmeye başladım. Büyük kapı açıldı ve daha önce hiç görmediğim birisi girdi stüdyoya. Siyah şapka, siyah ruj ve büyük halka küpeler. Doğru, bu ülkenin kadın rapperları rap yapmanın ilk kuralı bu sanıyordu. Birkaç tanesi hâlâ boş olan koltuklardan birine geçti ve etrafına gülmeye başladı. Koltuklardaki diğerlerinin ondan rahatsız olduğunu çok net bir şekilde görebiliyordum. Bir iki tanesi hariç diğerlerini de tanımıyordum.
'Program ile çıkan haberler gördünüz mü?'
Son gelen gülmeye devam ederek konuştu. Diğerleri de başıyla onu onayladı. 'IU gibi bir aegyo prensesinin burada olabileceğini hâyâl bile edemiyorum.' Ellerini anlamsız bir şekilde çırparak kahkahalar attı. Diğerlerinin de bu konuda meraklı olduğunu sezebiliyordum. 'Muhtemelen dikkat çekmek için ortaya atılan saçmalıklardan biridir. Sonuçta biz buraya üç oktava çıkmak için gelmedik değil mi???' Yeniden kahkahalara boğulurken birkaç kişinin daha ona katıldığını gördüm.
Aralarında oluşan sessizlik dalgasından sonra yeniden kapı açıldı ve bakışlar kapıya odaklandı. Oradaki diğer herkes kadar ben de meraklıydım bu konuda. En basitinden, ne giymiş olduğunu merak ediyordum. Sonuçta IU ve Min Su'nun karakteri kadar tarzı da çok farklıydı ve imza günündekinin aksine oraya içten içe Min Su olarak gitmişti.
Diğer herkesin küçük dilini yutarcasına bakışları altında IU, toz pembe dizlerine inen bir etek ve mavi spor ayakkabıları ile koltuğuna yöneldi. İmza gününde beline kadar inen saçları kısa kestirmiş ve kedi kulağına benzeyen bir taç yardımı ile saçlarını gözlerinin önünden kurtarmıştı. Yüzünde imza gününde gördüğüm o garip gülümseme vardı ve tek kaşını hafifçe yukarı kaldırmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAPŞU! • lee jieun fanfiction • (✔)
FanficHayatımda ilk defa, ve muhtelemen sondu, kendi gözyaşlarımı sildim. Kendi kendime sarıldım. Kendi hıçkırıklarımı dinledim ve kendi sırtımı sıvazladım. Hayatımda ilk defa, ve muhtemelen sondu.