Selamlar, ilgisiz bir önceki bölümden sonra yine ben ağlamaklı karşılarınızdayım. Aslında bu bölümü bayağı uzun yapmayı düşünüyordum ama kendi bilgisayarım ortadan ikiye ayrıldı ve benim klavyemin iki katı büyüklüğündeki klavyeyle yazmak zorunda kaldım. Omuzlarım ağrıyor, ağlıyorum. Bundan sonraki bölümden itibaren yavaş yavaş olayları çözmeye başlayacağız, çünkü bende bayıldım artık gizemden. Zannetmiyorum ama olur ki yorum yapmak isterseniz dört gözle bekliyor olacağım yorumlarınızı. İyi bakın kendinize. Keyifli okumalar~
Kendini ilk çeken taraf ben oldum. Önce göz çukurlarımı göz yaşlarından arındırdım. Ardından nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Birkaç dakika sonra ancak kendime gelebilmeyi başarabilmiştim. Başımı kaldırıp ona bakacak kadar cesur değildim o an için. Yalnızca eğilip sırt çantasını almakla yetindim ve çıkışa doğru yürümeye başladım. Peşimden geleceğini ve bana yetişebileceğini biliyordum. Öyle yaptı da. Konuşmadan ilerledik bir süre.
Alışveriş merkezinden çıkmıştık, aramızda tek kelime dahi geçmiyordu ve ortamın iyice gerilmeye başladığını düşünmeye başlamıştım. İlk konuşan ben olmalıydım. Sonuçta ona göre saçma kalacak bir nedenden ağlamaya başlamıştım. Sonuçta o cümlelerin bende ne anlama geldiğini bilmiyordu, bilemezdi de zaten.
"Özür dilerim, birden gereksiz duygusallaştım sanırım."
Trafik ışıklarının olduğu yere geldik. Karşıya geçecektik ve önümüzdeki yol yaklaşık yüz metreydi. Bu da ışıklarda beklememiz gereken sürenin bir hayli uzun olduğu anlamına geliyordu. Yüzümü ona çevirmeden cevabını bekledim. Müthiş bir utanç duygusu ile yanıyordum ve eğer onun yüzünü görürsem çığlık atıp haykırabilirdim.
"Aç mısın? Bir şeyler yemek ister misin?"
Konuyu değiştirmesi karşısındaki memnuniyetim tarif edilemezdi. Bana bakıyor olduğunu umarak başımı salladım. Ağzımı açmak gelmiyordu içimden. Görmüş olmalı ki, yakınlarda bildiği bir yer olduğundan ve orada yiyebileceğimizden bahsetti. Yine başımla onayladım, trafik ışıklarından 'artık geçebilirsiniz' uyarıları alırken.
Çok geçmeden bahsettiği yere varmıştık. Sandviçlerine bayıldığım bir yerdi. Zevklerimizin uyuşuyor olması da beni bir hayli mutlu etmişti. Cam kapı var mı yok mu diye iyice kontrol edip emin olduktan sonra içeri geçtim ve bana gülen Ha Jun'un yaşamasına izin verdim. Biliyordum gerçekten komikti ama sonuçta benim için acı verici bir anıydı ve buna gülmesi onurumu kırmıştı. Yüzüne bakmayı hâlâ ısrarla redderek sipariş vermek üzere tezgahın önüne geldim. Sağıma geçerek bana önce sipariş hakkı tanımıştı. Centilmenliği göz kanatacak cinstendi.
"Ton balıklı sandviç istiyorum, lütfen."
O da sipariş verdikten sonra, vejetaryen sandviç istemişti, ödemeyi benim ısrarlarıma rağmen o yapmıştı ve oturmak için tahta masalara yönelmiştik. Tam karşımdaki sandalyeyi geriye çekerken onunla yüzleşme vaktimin geldiğini anlamıştım. Ellerim titremeye başlamıştı. Nasıl açıklama yapmam gerektiğini bilmiyordum.
Ama dur bir dakika! Benim ağlamam garip kaçmış olabilirdi ama sonuçta bana sarılarak ortamı garipleştiren oydu?! Sahi, önceki gün de benden kendisine sarılmamı istememişti. Hoş, kendisi sonra dilinin sürçtüğünü ve yanlış söylediği iddia etmişti ama pek de inanasım gelmemişti.
"Yalnızca düşünmesen olmaz mı? Normal bir şekilde yemeğimizi yesek?"
Masanın üstündeki peçeteleri ve desenlerini incelerken başımı salladım aşağı yukarı.
"Tanrı aşkına Min Su! Bana bakar mısın? Seni yemeyeceğim."
Biraz korkarak kaldırdım başımı. Durup dururken neden bu kadar gerilmiştim ki? Eh, yalnızca sarılmıştı bana. Bunda abartılacak bir şey yoktu. Sonuçta şu yaşıma kadar rol gereği olsa bile bir sürü insana sarılmıştım. Bu da onlardan farklı değildi ki! PEH! Niye abarttıysam?
"Siparişleriniz!"
Gözlerimi kaçırmayı bırakıp Ha Jun'a diktim. Hazır olan siparişleri almak için masadan kalkmış ve iki koca tepsiyi çok rahat ve bir o kadar da havalı bir şekilde taşıyarak masaya getirmişti. Önce benim tepsimi önüme koymuş ardından oturmuştu. Yine bir incelik gösterip benim yerime meyve suyumun demir kapağını açmış ve pipeti yerleştirmişti içine.
"Herkese karşı bu kadar kibar mısın?"
Bakışlarını yavaşça kaldırıp gözlerini gözlerime değdirdi. Büyük gözlerinin içinde Min Su'yu görmeseydim anın büyüsüne kapılıp ona aşık olabilirdim. Ama Min Su'nun yüzünü görmüş ve suratımı buruşturmuştum. Doğru, Min Su'nun suratı oluyordu teknik olarak.
"Yüzünü buruşturmandan, kibar olmanın kötü bir şey olduğunu mu çıkarmalıyım?"
Neşeli bir şekilde konuşmuş ve sandviçinden kafam kadar bir lokma almıştı. Bu hareketi karşısında bir gülümseme yayıldı yüzüme. İçinde olduğum bedeni boş verip kalbimi dinlemeye karar verdim. Ruhumun kalbini yani. Ben de yemeye başladım sandviçimi. Havadan sudan, saçma şeylerden bahsederek yemeye devam ettik. Yediğimiz ilk yemekti, ama son olmamasını dilemiştim içten içe.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAPŞU! • lee jieun fanfiction • (✔)
FanficHayatımda ilk defa, ve muhtelemen sondu, kendi gözyaşlarımı sildim. Kendi kendime sarıldım. Kendi hıçkırıklarımı dinledim ve kendi sırtımı sıvazladım. Hayatımda ilk defa, ve muhtemelen sondu.