( Bitanelerim yorumlar ve voteler yüksek olursa bu gün bir bölüm daha yayınlarım yoksa size bölüm yook :) #Ece1938 e çok teşekkür ederim yardımları için. Bu bölümü ona ithaf ediyorum. O olmasa yazamazdım gerçekten. Seni çok seviyorum bitanem ! Ayrıca bölüm şarkımız da onun önerdiği ve benim öle bite dinlediğim şarkıdır. Gerçekten çok güzel.. PAMUK ELLER VOTELERE VE YORUMLARA :))))) )
Jessica McGrathAğırlığını bana vermişti ve bana sürtünüyordu. Aynı anda da dudaklarımı ezmekle meşguldü. Öpmek değil, ezmek.. Çünkü dişleriyle resmen kanatacak dereceye getirmişti ve gözlerimden akan tuzlu yaşlar onlara değerek yanmalarını sağlıyordu. Artık çıkış yolu yok diye kendimi karamsarlığa boğduğum saniyelerde cam kırılma sesi ile kendime geldim. Tecavüze uğramak üzereydim. Resmen TECAVÜZE UĞRUYORDUM. Hem de ikinci kez. Ben olayın şokunu atlatamamış, beynimin ağırlığıyla kendimi arkaya atarken, Joseph çoktan üstümden kalkmış ve cama doğru yürümeye başlamıştı. Bu olanlar çok ağırdı. Yaşadıklarım, belki de yaşayacaklarımın onda biri bile değildi ama kaldıramıyordum artık. Beynim uyuşmuş gibiydi. Gözlerimi kapattım ve kısa bir süreliğine bu kabustan uzaklaşmaya çalıştım...
Joseph Miller
Kendimi kaybetmiş bir şekilde zorla kendimi tatmin ettirmeye çalışırken beynimin hormonlarımın önüne geçmesi için şiddetli bir kırılma sesi yeterli olmuştu. Ne yapıyordum ben? Bu kız bana ne yapıyordu böyle? Yanındayken niye kendimi kontrol edemiyordum? Onu bu kadar arzulamam normal miydi? Kafam patlayacakmış gibi hissettiğimde ve cam parçalarına basmamaya çalışarak sarsak adımlarla pencerenin yanına ilerledim. Taş? Çevresindeki kağıt da ne sikimdi böyle? Hangi psikopat bu saatte ve bu zamanda taşla mektup yollardı ki? Hafifçe omuz silktim ve elimi kesmemeye dikkat ederek kağıdı taştan ayırıp okumaya başladım. Okurken kaşlarımın çatılmasına ve vücudumdaki ani hormon patlamasının yerini, damarlarımda akan daha sıcak ve tehlikeli bir hissin aldığını hissettim. Farketmeden yumruğa dönüşen boştaki elim hedefini şaşırmış gibi duvara bir yumruk attı ve tok bir ses kulağımda yankılandı. Aynı sesin aslında başka birinin çene kemiğinden gelmesi gerektiğini düşünmekten kendimi alamıyordum oysa ki..."Cam için özür dilerim. Böyle iletmek daha otantik olur diye ummuştum. Bir şey bölmüyorum ya?
Not: Senin sandığın şeyler, senin değildir bazen...
Sevgiler Leonard"
Jessica McGrath
Gözlerimi araladığımda yorgun bedenim ve beynim birbirinden ayri hareket ediyolarmış gibi hissediyordum. Kalkmaya yeltendiğimde komutlarımı dinlememekte direnen ayaklarım sayesinde sonunda pes ettim ve gerisin geriye yatağa yatıp daha çok yayıldım. Uykunun verdiği mahmurlukla gözlerim tekrar kapanırken çekmece sesiyle yerimde sıçradım. Ani bir çeviklikle kafamı çevirdiğimde neredeyse boynumu kıracak olsam da korkum ve şaşkınlığım o zaman için daha ağır basmıştı. Benim uyandığımı farketmeyen Joseph, sessizce ve dikkatlice çekmecelerin içinde birşeyler arıyordu. Eline gelen her eşyayı kafasının üstünden arkaya fırlatması ve beş saniyede bir homurdanması da bu tezimi destekliyordu doğrusu. Onu izlemeyi kesip beni farketmesi umuduyla boğazımı temizledim. Joseph, işine o kadar odaklanmıştı ki bir anlık sıçramasının ardından bana döndü. Gözlerindeki şaşkınlığın sesine yayılmasını engellemeyeden "Sen ne zaman uyandın?" gibi saçma bir soru sordu. Ne fark ederdi ki? Artık uyanık olduğum zamanlarda da uyuduğum zamanlardaki gibi kötü bir kabusun içindeydim. Ne zaman biteceği belli olmayan, ne zaman uyanacağını bilmediğin bir kabus...
Hala safça ona baktığımı farkederek bakışlarımı kırık cama çevirdim ve kaşlarım çatılırken "Beş dakika olmamıştır" gibi bir şeyler mırıldandım. Ne olduğunu hatırladığımda gözlerim şokla açılırken aynı ifadeyle Joseph'e döndüm. "B-bu cama ne oldu böyle?"
Joseph, derin bir nefes alarak kendine düşünme payı bıraktıktan sonra "Çocuklar işte... Şaka yapmışlar akıllarınca" dedi. Sesindeki soğuk ifade yalan söylediğini açıkça belli ederken gözlerindeki "Acaba kandı mı?" bakışı da bu tezimi desteklemişti. Ne kadar ne olduğunu merak etsem de tekrardan sormadım. Söylemeyeceğini ikimiz de biliyorduk ne de olsa.
Ortamdaki gergin havayı dağıtmak amacıyla derin bir nefes aldım ve baygın bakışlar atarak "Bir şeyini mi kaybettin?" diye mırıldandım sanki evet dese bulabilecekmiş gibi. Bir saniye durup düşündükten sonra yüzündeki ikilemde kalmış ifade silindi ve yetini yeniden soğuk bakışlar aldı. Anlık değişimlerine alışmıştım. "Hayır. Hem bu seni neden ilgilendiriyor?" Her zamanki aksiliği üzerinde, diye geçirdim içimden. Ama artık uğraşmaktan yorulmuştum. Hem sıkılmıştım da. Sonu hep bana dokunuyordu bir şekilde. Bundan sonra umursamazı oynamaya karar vermiştim. Jo'nun ağzından çıkan o cümle ise "O kadar kolay değil o iş" der gibiydi...
"2 GÜN SONRA EVLENİYORUZ" ha? Anlamadım? Ne yapıyoruz ne yapıyoruz? İtiraz etmek için ağzımı açtığımda bana ters bir bakış attı ve konuşmama izin vermeyerek odadan gitti. Öküz ! Bari 1-2 kelime söylememe izin verseydi. Hızla ayağa kalktım ve odasına isyan etmeye gidecekken bi an durdum. Aynanın önünden geçerken çıplak bir görüntü görmüştüm ve bu bana aitti. Böyle gideyim de camın kırılması yüzünden yarım bıraktığı işi devam ettirsin dimi Jess ! Salaksın sen. Sutyen ve külotumu giydim hızla. Hemen üstüme bir elbise geçirdim ve odasına doğru hızla yürümeye başladım. Sanki sadece kendisi evleniyor. Önce bi bana sorsaydı da ona göre günü belirleseydi. Am düşkünü ! Sinirlerim baya gerilmiş bir şekilde onun odasına doğru yürüdüm ve kapıyı çalmadan hızla açtım. Şu anda sinirlerim korkularımı yenmişti ve elimden her şey gelebilirdi.
" Seni am düşkünü ! Bencil , kendini beğen- " susmamı sağlayan şey odanın boş olmasıydı. Neredeydi bu gerizekalı? Odasına yavaşça girdim ve etrafa baktım. Evet , gerçekten de yoktu. Biraz beklesem gelirdi belki. Bende ona söyleyeceğim sözleri düşünüp geldiğimde patlardım değil mi? Yatağına oturdum ve beklemeye başladım. Yaklaşık 15 dakika felan bekledim ama gelen olmadı. Bende pes ederek patlamayı yarına erteledim. Tam odasından çıkarken birden adımlarımı gerilettim. Durmamı sağlayan şey aynanın önündeki zarf olmuştu. Bu da neyin nesiydi? Merak ediyordum ama almaya da korkuyordum. Önemli bir şey olsaydı ortalık yerde bırakmazdı değil mi? Yavaşça elimi uzattım ve zarfı inceledim. İçinin dolu olduğunu fark ettiğimde gözüm parladı ve hemen kapıya gittim. Etrafta kimsenin dolaşmadığını fark ettiğimde yavaşça kapıyı kapattım ve yatağa oturdum. Sinsice gülümseyip zarfın içindekileri yatağa boşalttım. Zarf zaten açılmıştı. Bu yüzden ben bunları alıp yerine koysam bile baktığımı anlayamazdı. Bir tane fotoğrafı elime aldım ve inceledim. 7 tane fotoğraf vardı. Hepsini teker teker inceledim ve arkalarında yazanları okudum. Zarfı titreyen ellerimle yerine koydum ve fotoğrafları alıp odadan çıktım. Kendi odama geldim ve fotoğrafları tekrar incelemeye başladım. Hissetmiyordum. Hiçbir şey hissetmiyordum. Ağzım hafifçe açılmıştı gördüklerim karşısında. Bu..olamazdı. Hissetmiyorum derken ciddiydim. Gözlerimden akan yaşları hafifçe açılmış ağzıma giren tuz tadı ile fark ettim. Ağlıyordum. Ben bunları hak etmemiştim. Fotoğrafları yatağımın altına soktum ve yavaşça yatağa yattım. Üzerimdeki elbiseyi çıkarttım ve yorganın altına girdim. Çırılçıplaktım. Ellerimi vücudumda gezdirdim ve olanlar gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti. Yastığa kafamı gömdüm ve sarsılarak ağladım. En son hatırladığım ağlamaktan ve uykusuzluktan gözlerimin şişip kızardığıydı. Bu fotoğafları Joseph gördüyse benim ölüm fermanım çoktan verildi demekti....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Satılık
Teen Fiction18 yaşında bir kız. Üvey bir baba ve karanlık , sırlarla dolu bir geçmiş. Kızlar her zaman kendine zarar veren erkekleri sever sözünün bir kanıtıydı Jessica. Üvey babası yüzünden korku ve aşk dolu bir yolculuğa sürüklenmişti Jessica. Joseph'i kend...