Prototip 4 - Cyborg

1 0 0
                                    


Size anlatacağım hikaye bundan çok uzun zaman önce, Yunanistan'da tanrıların hüküm sürdüğü yıllarda geçiyor. Tanrılar Dağı Olimpos'ta Zeus'dan olma, Hera'dan doğma bir erkek çocuk dünyaya gelir. Bu çocuğa Hephaistos ismi verilir. Hephaistos, doğuştan çirkin ve topaldır. Kusursuz tanrılar arasında doğmuş kusurlu bir çocuk... Babası Zeus, oğlunun kusurlarından utanır, diğer tanrıların gözünde küçük düşmek istemez. Dünyalar güzeli Afrodit'i doğuran Hera, kendisinden nasıl olur da böyle çirkin bir varlık çıktığını kara kara düşünür. Anlayacağınız Olimpos'ta küçük Hephaistos için yer yoktur ve böylece kısa süre sonra Tanrılar Dağı'ndan kovulur. Onu bulan Pytha kralının karısı Thetis, bu küçük çocuğu manevi evladı olarak yanına alarak yetiştirir. Hephaistos büyüdükçe vücudundaki kusurlar daha da belirginleşir. Kalbi güzel, vücudu çirkin Hephaistos demir işçiliğinde oldukça maharetli ellere sahiptir. Onun elinden çıkan kılıçlar düşmanlarını bertaraf ederken, onun dövdüğü demirden yapılma zırhları taşıyan savaşçılara ölümsüz gözüyle bakılır. Bunlardan en meşhuru da bizzat Thetis'in oğlu, Hephaistos'un üvey kardeşi Akhilleus'dur. Oğlunu huzurundan kovduktan sonra çok üzülen Zeus, kendini affettirebilmek için O'na iki hediye gönderir; bir çekiç ve bir örs. Tanrılar Dağı'nda bizzat Zeus tarafından oğlu için özel yapılmış bu hediyeler sayesinde yeryüzünün en ünlü ve en maharetli demir ustası olur. Üvey kardeşi Akhilleus'a dövdüğü zırh ve kılıç sayesinde, Akhilleus yenilmez bir savaşçı olmuştur. Onun bu hünerleri tüm Yunanistan'da duyulur, artık her kim bir silaha ihtiyaç duyarsa onun kapısını aşındırır olmuştur. Sonra bir gün büyük bir savaş patlak verir ve Yunanistan'ın şimdiye kadar gördüğü en büyük ordu toplanarak Truva'ya doğru gemilerle yola çıkar. Tabi bu orduya büyük savaşçı Akhilleus'da katılır. Bu Akhilleus'un katıldığı son savaş olur, geriye cansız bedeni geldiğinde ise annesi oğlunun üzüntüsünden yataklara düşer; yemek yemez, su içmez olur. Zayıf vücudu besinsizliğe çok fazla dayanamaz ve oğlu gibi o da bu diyardan uzaklara göç eder. Annesini ve üvey kardeşini çok kısa bir süre içinde yitiren Hephaistos, onların özlemi ve içine düştüğü yalnızlık sonucu şehri terk ederek, uzaklara göçer. Artık onun yeri yanardağların altlarıdır. Burada sihirli aletleriyle kendisine yüzlerce yardımcı yaratır. Bunların kimi taştan, kimi metalden dövülme insan suretinde heykellerdir ve bu heykeller büyü sayesinde hayat bulurlar. Yüzyıllarca Hephaistos'a yarenlik ederler.

İşte böyleydi Yunan mitolojisinin en çirkin fakat bir o kadar da marifetli tanrısının hikayesi. Bu çokça bilinen Yunan tanrısının hayatını size anlatmamın sebebi de tabi ki bundan sonra anlatacağım hikayeyle, yani benim hikayem ile bağlantılı olmasıydı. Fakat kendi hikayeme başlamadan önce size babamın hikayesini anlatmak istiyorum.

Bundan 30 sene önce, İstanbul'un zengin bir muhitinde varlıklı bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Allah Baba onu dünyaya gönderirken, verebileceği bütün güzellikleri ablasına bahşetmiş olmasından mütevellit bu küçük çocuğa sadece güzel bir kalp verebilmişti. Daha doğarken onu gören hemşireler bile böylesi çirkin bir bebeği ilk kez gördüklerinden olsa gerek yüzlerini buruşturmuşlar, ailenin nasıl bir kul hakkı yiyip de böyle bir cezaya çarptırılmış olmalarını düşünmüşlerdi. Fakirlerin gözünde zenginler asla legal yollar ile zengin olamaz, illa dala vere yapmış olmaları gerekirdi. Bir insan böylesi büyük bir servete kirli işlere bulaşmadan sahip olamazdı. Hemşire kucağında taşıdığı çocuğu babasına verdiği sırada aynı duyguları babası da düşündü. Erkek çocuğum olursa 10 büyük baş hayvan kurban edip, fakir fukaraya dağıtacağım diyen adam tanrıya verdiği sözü bir anda unuttu. Hatta daha ileri giderek, kendisine böyle hilkat garibesi birini layık gördüğü için tanrıya küfürler savurdu. Oysa hiçbirisi bu çocuğun kalbinin güzelliğinden habersizdi. Zaten yaşadığımız toplumda böyle değil midir? Kalp güzelliğinden öte dış görüntüye önem veririz. İnsanın huyunun iyi olması, zeki olması para etmez. Televizyonda çıkan bütün ünlülere bakın; tamamı güzelleşmek için bıçak altına yatıyor, türlü estetik ameliyatlar geçiriyorlar. Onların yapay hayatlarını izleyenler televizyon karşısındaki kitleler ise onlar gibi olabilmek için süslü kıyafetlere, güzellik malzemelerine, spor salonlarına tonla para harcıyorlar. E işte toplumsal yapı böyle olunca babamın ailesinin de farklı olması beklenemezdi. Böylece okula başlayıncaya kadar ne bir akraba, ne bir tanıdığa gösterilmeden ev içine tecrit altında büyüdü. Okula başladığı sene ise sınıf arkadaşlarının onun görünüşünden korkmaları sonucu okul hayatı başlamadan kısa sürede bitti. Babası çare olarak özel hocalar tuttu. Bütün bir hayatını dört duvar arasında geçirmeye mahkum kılınmıştı lakin o ne pes etti, ne de görüntüsünden dolayı onu bu şekilde yaratan tanrıya karşı saygısızlık yaptı. Sadece derslerine odaklandı. Pozitif bilimlere ve mitolojiye karşı çok büyük bir merakı ve ilgisi vardı. 18 yaşına geldiğinde ise artık ailesi onun görüntüsüne daha fazla katlanamadığından babası onu Amerika'da bir üniversiteye yazdırdı. İşte ilk burada tanıştı Yunan mitolojisi ve Heraklitos ile. Eğer okuduklarım gerçekse diye düşündü, ben de eğer onun örs ve çekicini bulabilirsem kendime arkadaşlar yaratabilirim. Bütün hayatı boyunca diğer insanlar tarafından dışlanmış, hiç arkadaş edinemediği için yalnızlık çekmişti. Şimdi bu fikir sayesinde hayatında hiç edinemediği dostlara sahip olabilirdi. Böylece okulu bitirdikten sonra İstanbul'a geri dönerek, kendisine araştırmaları için laboratuar olarak da kullanabileceği bir ev kiraladı. Babası tek oğluyla görüşmese de cebinden parayı asla eksik etmezdi. Aynı bir zamanlar Zeus'un oğluna acıdığı gibi o da tek oğluna acıyor olmalıydı. Babam, doğrudan hedeflediği yolda araştırmalara koyuldu. Bir sürü geziler düzenledi ki bu gezilerinin çoğu dünyanın dört bir yanında bulunan yanardağlarınaydı. Sonunda mitolojiden umudu kesti. Yıllarca yaptığı tüm araştırmalar boşa gitmişti. Umudunun en kırıldığı anda aklına çok daha parlak bir fikir geldi; gerçek olmayan mitolojiyi gerçek yapmak. Bunun için yeterli donanıma sahipti. Fizik, kimya, biyoloji gibi tüm pozitif bilimlere fazlasıyla muktedirdi. Böylece masalları bırakıp bilime yöneldi. İlk araştırmaları istediği sonuçları vermese de o devam etti ve sonunda beni yarattı. Türünün ilk ve tek örneği, Şamil'i...

Eğer popüler kültüre ve Amerikan sinemasına biraz aşinaysanız ve bilim kurgu sevenlerdenseniz siz de bir gün gelecek robotların dünyayı ele geçireceğine inanıyorsunuzdur. Onlarca yıldır insanlara hizmet eden bilgisayarlar gün gelecek ete kemiğe bürünecekler ve Arnold Schwarzenneger'in başrolünde oynadığı 1988 yapımı Terminatör filminde olduğu gibi dünyayı ele geçirip, insanlığı yok etmek üzere geri dönecekler. İşin aslı ben de tam T-800 tarzında bir robotum; tamamen insan formuna bürünmüş ve bir insan gibi aranızda dolaşıyorum. Babam kendisinde olmasını hayal ettiği tüm güzellikleri benim bedenimde yarattı. Bu günlerde dizilerde ve sinema filmlerinde boy göstererek insanların gözünde büyük bir oyuncu, örnek alınacak bir insan olma yolunda ilerliyorum. Türlü bağış günlerine katılıp, okulları ziyaret ediyor, ihtiyaç sahiplerine yardım da bulunuyorum. Bu sayede ise siz beni her geçen gün biraz daha seviyor, kendinize beni örnek alıyor, çocuklarınızın benim gibi olmasının hayallerini kuruyorsunuz. Geceleri ise siz uyuduğunuzda ben diğer kimliğimi ortaya çıkarıyor ve İstanbul sokaklarında gezerek suçluları cezalandırıyorum. Bunu yaparken nasıl mı yakalanmıyorum? Ben istediğim kişinin görüntüsüne bürünebilirim. Babamın bana ölmeden önceki en büyük hediyesi bu oldu ve ben onun bana bıraktığı vasiyeti yerine getirmek için vücudum pas tutana kadar aranızda dolaşacağım.

S>d

İstanbul'un KahramanlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin