Soğuk... Gözlerimi açtım. Tüm vücudum bulunduğum yerin soğukluğundan titriyor. Etraf zifiri karanlık... Doğrulmaya çalışıyorum, fakat kaslarımı hareket ettiremiyorum. Gözlerimi karanlığa alıştırmaya çalışıyorum fakat mümkün değil. Sesler duymaya çalışıyorum... Etrafta birileri olabilir mi? Beni buraya kim getirdi? Daha da önemlisi neredeyim? Neden hareket edemiyorum? Beynimi düşünmek için zorluyorum, soğuk tüm bedenime işlemiş durumda... Sanki beynim donmuş da artık çalışmıyor gibi. Gözlerimi tekrar kapatıyorum, odaklanmaya çalışıyorum. Soğuğu hissetmemem lazım, bunu başarabilirim. Beynimdeki buzullar yavaş yavaş eriyor, hafızamda belli belirsiz bazı görüntüler var gibi, gözümün önüne getirmeye çalışıyorum. En son neredeydim? Ne yapıyordum? Düşünüyorum. Bu anı daha önceden de yaşamıştım. En zoru soğuğa alışmaktı, sonra beynini bir kere kontrol altına alırsan gerisi çok kolay... Zorluyorum... Zorluyorum... Gözümün önünde artık eskimiş hatıralarım bir bir canlanıyorlar.
Soğuk bir kış gecesiydi. Evden çıkmış, yürüyerek Beyoğlu'na doğru gidiyordum. Günlerden Cumartesi... Arkadaşlarımla buluşup bir şeyler içmek üzere sözleşmiştik. Saat tam 8 de İstiklal Caddesinin girişinde bulunan Fitaş sinemasının önünde buluşacaktık. Saat 8... Yine geç kalmıştım. Zaten asla dakik bir insan olamamıştım. Ne yaparsam hep son dakikada... Babamın benimle ilgili en sevmediği bir sürü huyumdan sadece bir tanesiydi bu. Diğerleri; salaş giyinmem, saçlarımı taramamam, mesleğimde yükselmemem, evlenmemem ve sayması sayfalar alacak daha bir çok özelliğim... Oysaki ben böyle yaşamaktan memnundum, çevremdeki herkes beni bu şekilde kabul etmişti. Etmeyenlerin de canı cehenneme... Kestirme yol olarak tabir ettiğim Kurtuluş'un arka sokaklarından geçerek Dolapdere'ye girdim. Yıllardır cumartesi akşamlarımızın buluşma mekanı olmuş ve artık yıkılmış bir binadan ibaret olan Güler Ocakbaşı'nın önünden geçtim. Taksime çıkmak üzereydim. O an bir kız gördüğümü hatırlıyorum, kısa kestirdiği saçlarını kızıla boyamış, kızıl saçlı kızları her zaman çok çekici bulmuşumdur, üzerindeki uzun ceketinin önü açık, altına giydiği mini eteğinin devamından bacakları birer sütun gibi aşağı doğru iniyor. Gözlerim bu güzel kıza kilitlenmiş caddenin karşısına geçiyordum. Sonra ani bir fren sesi... Çığlıklar... Bağırtılar... Yerde yatan ben... Etrafıma toplanan karanlık... Göz kapaklarım ağırlaşıyor... Karanlık...
İşaret parmağımı hareket ettirebildim. Hafızamda canlanan ilk anı bu olmuştu. İlk ölümüm... Bir trafik kazası... Yıllarca dikkatsiz vurdumduymaz yaşamamın sonucu... İstanbul trafiğinin getirdikleri... Etraf hala karanlık, ben hala hiçbir şey göremiyorum. Yattığım yerin dışında bazı ayak sesleri duyuluyor. Dikkat kesip dinliyorum ama neye ait olacağını bilemeyeceğim kadar uzaktan geliyor ayak sesleri. Gözlerimi tekrar kapıyorum, bir anı daha görebilmek için hafızamı tekrar zorluyorum. Vücudumun kontrolünü tekrar ele geçirmem gerekiyor.
Çalan alarmın gürültülü sesi ile gözlerimi açtım. Yatağın içinde uzanırken elimle telefonu bulmaya çalıştım. Tek gözüm açık bir şekilde ekranın üzerinde yazılı "ertele" butonunu aradım. Beş dakika daha... Saat sabah 8... Beş dakika göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti ve benim yataktan çıkmak için daha çok beş dakikaya ihtiyacım vardı. Sonunda annemin sesiyle yatağımdan çıkma vaktimin geldiğini anladım. Her alarmdan daha etkili bir ses bu; kesin ve kati bir emir gibi... Ölüyü diriltecek türden... Yatağımdan kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Annemle babam hala yatıyorlar. Bu dünyada ki en güzel iki meslek; biri ev hanımlığı diğeri emeklilik... Erken uyanmak hiç bana göre değil ama okuyup adam olmam gerekiyor. Sonra yıllarca çalışıp devletime milletime hizmet ettikten sonra belki ölmezsem ben de babam gibi emekli hayatı sürebilirim. Ya da zengin bir kadın bulup, evlenip evimin erkeği, çocuklarımın babası olabilirim. Hangisini yapacağıma daha karar vermedim ama ikincisi çok daha mantıklı geliyor. Beyaz gömleğimi ve koyu gri kumaş pantolonumu giydim. Montumu üzerime aldım. Çantamı tek omzuma atıp ayakkabılarımı giyme işlemini de tamamladıktan sonra dışarı çıkıp okulun yolunu tuttum. Lise sonun ilk günü... ÖSS stresiyle geçecek koca bir yıl... Sınavı kazanabilecek miyim? Tabi ki. Ne de olsa zeki bir çocuğum ama ailemin ve öğretmenlerimin dediğine göre çok çalışmıyorum. Çalışsam bir de nereleri kazanırım. Okulun ilk günü hep goygoy ile geçer. Yaz tatili bitmiş, arkadaşlar özlenmiştir. Hasret giderme, derslere ısınma turları, yazın yapılan aktivitelerin anlatılması ve bolca eğlence... Hele bir de benim gibi Anadolu Lisesi'nde okuyorsanız ve arkadaşlarınızı yedi koca yıldır tanıyorsanız bu bir günlük goygoy bir haftaya yayılır. Lakin bizim dönemin bu sene haytalığa ayıracağı vakti yok, ne de olsa sene sonunda büyük sınav var; Bundan sonraki hayatımızın tamamını etkileyecek üç saatlik çoktan seçmeli test... Sabah 9'dan öğlen 3'e kadar okul, okul çıkışı doğruca dershane ve etüt, bolca test çözme, konu tekrarlarıyla dolu koca bir sene beni bekliyor. Babam da tek oğlu iyi bir yer kazansın güzel bir geleceğe sahip olsun diye paraya kıymış, en iyi dershaneye beni yazdırmıştı. O gün dershanedeki ilk günüm, bu ilk günler önemlidir. Yeni insanlarla tanışacaksın. Acaba sınıfta güzel kız var mıdır? Bu yaşta hormonlar üst seviye tabi, kim takar sınavı. Sınıfa girdiğimde büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. 10 kişilik derslikte 8 erkektik, diğer iki kız ise benim gözümde kızdan daha çok erkeğe benziyorlardı. Zeki olmanın kötü yanlarından bir tanesi; dershanede en iyilerin sınıfına düşersin ve ne yazık ki zeki kızlar genelde çirkinler olur. Keşke ben de tembel ya da aptal olsaydım. O zaman birkaç güzel kız ile tanışma fırsatım olurdu. Bu sayede en azından ilk kez bir kızı öpme fırsatım olur, evde mastürbasyon yaparken porno yıldızları yerine onu hayal edebilirdim. Bu düşünceler içinde ilk ders zili çaldı ve ben de karnımın zil çalması ile birlikte bir şeyler atıştırmak üzere kantinin yolunu tuttum. Hamburger mi yesem yoksa sosisli sandviç mi? Sıra bana geldiğinde hala karar verememiştim. O an kantin kapısından dışarıya doğru çıkan bir kız gördüm. kısa kestirdiği saçlarını kızıla boyamış, kızıl saçlı kızları her zaman çok çekici bulmuşumdur, üzerindeki uzun ceketinin önü açık, altına giydiği mini eteğinin devamından bacakları birer sütun gibi aşağı doğru iniyor. Gözlerim bu güzel kıza kilitlendi. Büyülenmiş gibiydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstanbul'un Kahramanları
Science FictionYozlaşmış insanlar... Kalabalık... Trafik... Tecavüzcüler... Kapkaççılar... Yan kesiciler... Rüşvet alan devlet memurları... Müteahhitler... Binlerce yıllık bir şehrin içinde kendilerini onu yok etmeye adamış milyonlar... Ve bu duruma dur demek i...