İstanbul'un Balat semtinde 40 yıllık eski bir bina vardı. Dört katlı bu binanın her katında bir daire, her dairesinde ise bir kişi yaşardı. İstanbul'un binlerce yıldır yaşayan ve bu şehri her ziyaret eden kişiyi etkisi altına alan mistik ve büyülü görüntüsü yapılan gökdelenler ve AVM'ler ile bozulmuştu. Her yeri inşaat şantiyeleriyle işgal edilmiş bu tarihi şehirde kentsel dönüşüm denen musibet hastalık Balat'a kadar uzanmış, Osmanlı'dan beri tarihi dokusunu korumayı başarmış mahalle kültürünü koruyabilmiş bu semti şimdi bir virüs gibi yavaş yavaş öldürüyordu. Mahalle sakinlerinin çoğu evlerini, dükkanlarını sattıktan sonra göç etmişler, onların yerini iş makineleri almıştı. Eski ahşap evler birer birer yıkılırken yerlerine yüksek katlı modern ve akıllı olarak tabir edilen evler alıyordu. Tüm Balat'tan geriye bu dört katlı ahşap ev kalmıştı. Semtin tek koruyucusu olarak başrolünde Cüneyt Arkın'ın oynadığı Yıkılmayan Adam filmindeki gibi kapitalizmin tüm açgözlülüğüne tek başına meydan okuyordu. Bu evin misafirleri de aynı onun gibi değişime meydan okuyan insanlardı; İhsan, Sabahattin ve Oktay... Bir Pazar günü ikinci katta oturan Sabahattin'in evinde kahvaltı için toplanmışlardı. Pazar kahvaltılarında insanlar aileleriyle, arkadaşlarıyla bir araya gelir; muhabbet ve sohbet eşliğinde güzel vakit geçirirlerdi fakat bugün evin içinde bulunan üç kişinin de içi karamsarlık ile doluydu. Onlardan yayılan kasvet evin içini dolduruyordu. Sabahattin bir süredir çatalının ucunda bulunan domatese bakarak:
"Domatesin bile artık tadı değişti. Hem kışın domates mi yenirmiş? " dedi Oktay.
"Yüce Yaradan'dan iyi biliyoruz ya her şeyi. Koskoca evren belli bir düzene göre yaratılmış. Hayvanlar bile ilahi düzene ayak uydururlarken biz insanoğlu her şeyin en iyisini bilirmişiz gibi bütün düzeni değiştirmeye çalışıyoruz. Ne kadar da küstahca!" diye ekledi İhsan.
"Tüketim toplumunun sonuçları bunlar hep azizim. Bilinçsizce çoğalıyor, çoğaldıkça da ihtiyaçlarımız artıyor. Artık yediğimiz şeylerin damakta bıraktığı tat önemsiz, sadece yemek için yiyoruz. Keyif almak için değil" dedi Sabahattin.
"Sırf yiyecekler için de geçerli değil bu dediğin. Şu camdan dışarıya baksana bir hele, Her yer beton yığını oldu, neden? Çünkü yeryüzünde çok fazla insan var. Artık dünya bu kadar insanı kaldıramıyor."
"Ben devletin yerinde olsam, ya da seçime girip hükümetin başına geçsem ilk icraatım bir 10 sene kadar üremeyi yasaklamak olurdu. Şu nüfus bir kırılsın, kırılsın ki normal seviyelere dönelim."
"Çok faşizan gördüm seni, İhsan'cım. Ayrıca yakıştıramadım. İnsanlar istediklerini yapmakta özgürdüler biliyorsun. Özgürlükleri kısıtlayamazsın."
"Bu özgürlük dediğin şey benim sınırlarıma giriyor ve rahatsız ediyorsa yasaklarım da karışırım da arkadaşım. Baksana kapımıza kadar dayandılar, sürekli bir baskı. Evinizi satın. Bunun yerine size lüks bir apartman yapalım, güzel birer daire verelim kar edin diyen onlarca müteahhit her gün kapımıza dayanıyor. Bu mu senin dediğin özgürlük?" Bu sözleri söylerken biraz sinirlenmişti İhsan.
"Harbiden ya, ben de bıktım bunlardan. Her gün de gelinmez ki ama! Satmıyoruz işte, satmıyoruz. Daha neyi üsteliyorlar ki. Burası bize emanet edildi. Emanete hıyanet edecek insanlar mıyız biz?" diye İhsan'ın sözlerini destekledi Sabahattin.
"Tüketim toplumu dediniz ya işte, napalım. Onların da geçim kaynağı bu. Nasıl bizler yazdıklarımız ile var oluyorsak, onlar da inşa ettikleri sayesinde var oluyorlar."
"Şimdi de bizim yaptığımız ile onların şu çarpık çurpuk inşaatlarını mı kıyaslıyorsun? Yok artık!"
"Aynen katılıyorum İhsan'a. Bizler yazarız, hatta türünün son temsilcileriyiz. Bizleri bırak bu inşaatçılarla kıyaslamayı, şu an yazdığını zanneden o yazar müsveddeleri ile bile kıyaslayamazsın. Bizler, içinde hayal gücü ile gerçeğin harmanlandığı insanı anlatan hikayeler yazıyoruz. Hele şu popüler kültür hikayelerine bir baksana; yapay ilişkiler, kurgudan uzak basit olay örgüleri, kaslı erkekler, onlarla aşık olan aptal kızlar... Biraz vampir, biraz kurt adam... Yaratıcılıktan uzak birbirinin kopyası ergen hikayeleri hepsi de."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstanbul'un Kahramanları
Science FictionYozlaşmış insanlar... Kalabalık... Trafik... Tecavüzcüler... Kapkaççılar... Yan kesiciler... Rüşvet alan devlet memurları... Müteahhitler... Binlerce yıllık bir şehrin içinde kendilerini onu yok etmeye adamış milyonlar... Ve bu duruma dur demek i...