Size anlatacağım hikaye günümüzden tam 555 sene önce geçiyor. Yıl 1462. II. Mehmet önderliğindeki ordularımızın Constantinople şehrini kuşatıp fethetmesinden bu yana tam 9 sene geçti. Artık şehir tamamen bizim yani Osmanlı İmparatorluğunun kontrolü altında bulunuyordu. Bu süreç boyunca çıkan ufak tefek isyanlar da kısa sürede bastırılmıştı. İsyankarların liderleri halkın gözü önünde başları kesilmek suretiyle idam edilerek halka bir mesaj da verilmiş oluyordu:
"Kim ki Yedi Cihan Hükümdarı, İstanbul Fatihi Padişah II. Mehmet'e karşı gelecek olursa, görsün ki sonu da bunlar gibi olacaktır."
İdam sırasında bu mesajı okuyan kişi bizzat bendim; padişahımızın baş ulağı görevine mazhar olmuş Osman oğlu Cevat. Yıllar boyunca padişahın ülkeye bağlı vilayetlerine seyahatler ettim, kutsal mühürle mühürlenmiş mesajları sahiplerine ulaştırdım. Kimi zaman geldi birinci ağızdan padişahın emirlerini onlara ilettim. Birçok şehir ve bir çok ülke gezdim, yaverlerim yanımda at üstünde binlerce kilometre yol kat ettim. Fakat ziyaret ettiğim onca yer, yaşadığım onca savaşa rağmen böylesi bir dehşeti daha önce hiç görmemiş, böyle bir vahşetin var olabileceğini hayal dahi edememiştim; ta ki Eflak'a gidene kadar.
Hikayenin öncesinden biraz size söz etmek istiyorum. Bunu yaparken çok fazla detay vermeyeceğim çünkü siz zaten popüler kültür sayesinde II. Vlad yani şu an sizin tanıdığınız adıyla Kont Dracula Eflak'ı işgal edip ele geçirdikten sonra bir zamanlar beraber büyüdüğü yan yana savaştığı kan kardeşine yani II. Mehmet'e savaş açmıştı. Eflak'tan gelen haberler pek iç açıcı değildi. Söylenenlere göre Vlad ordusuyla birlikte Karadeniz'e doğru ilerliyor ve tüm Müslüman köylerini basarak içindekileri genç yaşlı demeden katlediyordu. Padişahımız bu durum karşısında küplere binmişti. Kan kardeşinin kendisine bu şekilde sırt çevirmesi onu oldukça sinirlendirmişti. Bir gün beni huzuruna çağırttı ve derhal Eflak'a giderek durumu kendi gözlerimle görmemi ve Vlad'a şu mesajı iletmemi istedi:
"Osmanlı topraklarına bağlı Eflak Voyvodası Vlad Tepeş'e mesajımdır. Ben ki yedi cihan imparatoru, Konstantiniye fatihi Murat oğlu Mehmet, sen kan kardeşim Vlad Tepeş'e başlatmış olduğu isyanı derhal bitirmesini ve tekrar Osmanlı İmparatorluğu'na bağlılık yemini etmesini emrediyorum. Ordunu geri çekip geldiğin yere, Eflak'a geri döndüğün taktirde bu güne kadar işlemiş olduğun suçlar affedilecek ve bağışlanacaktır. Aksi taktirde ordumun başında ülkene sefere çıkacağımı bil."
Derhal yolculuk hazırlıklarına başladım. İstanbul'dan Eflak at üzerinde nereden baksan 15 gün demek. Devlet hazinesinden yolculuğum için ayrılan ödemeyi alıp, yanıma koruma olarak tahsis edilen üç asker ile birlikte yola düştüm. Az gittim uz gittim dere tepe düz gittim ve sonunda Edirne'nin öte kısmına ulaştım. Vlad'ın ordu karargahına 2 günlük mesafedeydim. Önümü bir metre eninde iki km uzunluğunda bir alana yayılmış yerden yükselen kazıklardan oluşan ve dışarıdan bakınca bodur ağaçların oluşturduğu bir ormanı andıran bir yerle karşılaştım. Toprağı kanla yıkanmış, ağaçları meyve diye insan çıkaran bir katliam ormanı... Her bir kazığın üzerinde bir ceset... Yaşlısı, çocuğu, askeri, sivili binlerce insan katledilip kazıklara oturtulmuştu. Bu görüntü en babayiğit savaşçıların bile yüreklerine korku salar, onları kendi türlerinden utanmalarına yol açardı. Dakikalarca kustuk. Safra kesemiz ve midemizde artık çıkartacak bir şey kalmayıncaya kadar kustuk. Onlarca savaş görmüş bizler böylesi bir vahşetle ilk defa karşılaşıyorduk. İçimden tüm bu masumları bulundukları kazıklardan çıkararak ait oldukları yere yani toprağa gömmek geçti. Gökyüzüne baktım, yüzlerce leş yiyici kocaman kanatlarını açmış dolaşıyorlardı. Sırtımdan yayımı çıkarıp bir tanesini öldürdüm. Düşmanın da kalbini de aynı kuşun kalbini aldığım gibi almak istiyordum fakat yola devam etmem gerekiyordu. Aldığım emirler doğrultusunda mesajı tüm bunların sorumlusuna iletecektim. Gördüğümüz vahşet karşısında askerlerin içini bir korku kapladı, ben de korkmadım desem yalan olur tabi. Getirdiği mesajlar elçiye zeval olmaz ya, bu sefer içimden bir his karşımdaki kişinin bu sözü hiçe sayacağını söylüyordu. Hislerim de yanılmayacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstanbul'un Kahramanları
Science FictionYozlaşmış insanlar... Kalabalık... Trafik... Tecavüzcüler... Kapkaççılar... Yan kesiciler... Rüşvet alan devlet memurları... Müteahhitler... Binlerce yıllık bir şehrin içinde kendilerini onu yok etmeye adamış milyonlar... Ve bu duruma dur demek i...