Uğultular

459 15 1
                                    

Gün 1

O sağır edici uğultunun içinde duyabildiğim tek anlamlı ses onunkiydi. Tahminen 4 metre ötemde, sokağın diğer tarafında kocaman cüssesi ile bir yunan heykeli gibi ayakta duruyor ve mavi gözleriyle bana bakıyordu Mert. Söylediklerini gayet net duyabiliyor olmama rağmen duyduklarım sanki beynim tarafından işlenmiyor, anlaşılmıyordu. Bu durum ne kadar sürdü bilmiyorum ama sonunda ondan duyabildiğim bir kelime beynimin içinde oldukça net çınlıyordu : "Komutanım!"

Ona daha dikkatli baktığımda eliyle beni yanına çağırdığını fark ettim. Ve neden sonra üzerime baktığımda ise kamuflajımın ve çelik yeleğimin üzerindekibelli belirsiz kanı. Ama sanırım bu benim kanım olamazdı çünkü herhangi bir acı hissetmiyordum. Tam o sırada yanımda yatmakta olan bir başkası girmişti görüş açıma. 

Başı Güneydoğu kadınına özgü bir yazmayla gelişigüzel kapatılmış ve üzerindeki elbise yer yer yırtılmıştı. Ama bu kıyafetlerin altındakinin bir kadın olmadığını anlamak için çok dikkatli bakmaya ya da zeki olmaya gerek yoktu. Göğsünün biraz altında bulunan bir yaradan halen kan akmasına rağmen ölmüş olduğu çok net görülebiliyordu. Hatırladığım kadarıyla bu adamı az önce gırtlak gırtlağa girdiğim bir mücadele sonucunda öldürmüştüm ve üzerimdeki de onun kanıydı. Saldırı hiç beklemediğimiz bir anda ve çok yakınımızdan geldiği için silahımı kullanmaya bile fırsat bulamamıştım. Mavi beremi ilk taktığımdan beri ne işe yaradığını anlamadığım, sadece yemek yerken kullandığım komando bıçağım sonunda asıl yapım amacına hizmet edebilmişti. Ama bundan sonra yemeklerde kullanabileceğimi pek sanmıyordum.

Timim ani saldırı nedeniyle sokağın karşı tarafında kalmıştı ve ben de sokağın sol ilerisinden gelen yoğun ateş sebebiyle yerimden pek kıpırdayamıyordum. O yoğun ateş susturulmazsa burada uzun süre dayanamayacağımı her iki taraf da biliyordu ve Teröristlerin asıl istedikleri de buydu zaten.  Gözetleme yapmak için her uzanmaya çalıştığımda yerimi bilen mevzilenmiş keskin nişancı tam kulağımın dibinden geçen bir mermi gönderiyordu. 

Tam o sırada sağ tarafımdan yeri sarsan bir uğultu duyuldu. Zaten sokağın sonu bana pek de uzak olmadığından köşeden görünmesiyle burun buruna gelmemiz bir oldu. Bu bir M60A4 Tankıydı ve gelişi bende ancak hayallerimde tahayyül edebileceğim bir mutluluk yaşatıyordu. Sokağın önünde görünmesiyle ateşin geldiği yönde ilk atışını yapması arasında sadece on saniye geçmişti. Daha önce birçok defa tank atışlarında bulunduğum için tankı görür görmez ilk yaptığım şey kulaklarımı korumaya almak oldu. Telsiz kulaklığımı çıkartıp ellerimle kulaklarımı tıkayıp ağzımı açtım. Tankın atışı neredeyse  vücudumdaki her hücrenin titremesine sebep oldu. Atıştan sonra kafamı hafifçe uzatıp baktığımda sokağın sol ucunun artık eskisi gibi görünmediğini fark ettim. Tank mermisinin binaya çarptığı yerdeki açıklıktan aşağıya doğru sallanan, daha sonra bağlı olduğu bedenini hiç bulamadığımız o kolu gördüğümde bu operasyonun diğerleri gibi olmayacağını anlamıştım. Bu Cizre'de yaşanan ilk karşılaşmaydı ve sonuncusu da olmayacaktı. 


Kaçarsan, Tarihten Utanırsın

Yirmibeş yaşında İzmirli genç bir Astsubay için evinden binlerce kilometre uzakta olmak ne demektir, ancak yaşayınca anlayabilirsiniz. Çünkü evinizde sizin gözünün içine bakan aileniz, özellikle anneniz gözlerinde yaşla sizleri uğurlamışken, buralarda rahat olabilmek pek de mümkün olmuyor. Hele ki halen televizyonlarda, Gazetelerde Türk Ordusunun orada ne işi olduğunu soranları gördüğünüzde daha da zor oluyor kalmak. Ancak o zaman sokakta bacağınıza sarılan çıplak ayaklı Şırnaklı ufaklık geliyor aklınıza. O çocuğun geleceği, hayalleri, umutları, belki de hiç yaşayamayacağı üzerine ipotek konmuş koskoca bir yaşam. Durup düşünüyorsunuz sonra. Kazılmış barikatları, döşenmiş el yapımı patlayıcıları, evlerine el konulup kovulmuş binlerce vatandaşı görüyor ve onların bu kavgada fail değil, sadece birer mağdur olduklarını anlıyorsunuz. İşte o zaman Çanakkale'de nasıl ki üzerinde 'Şırnak' yazılı birçok mezar taşı varsa, nasıl ki Şırnak ahalisi o zaman 'banane' dememişse, sen de diyemiyorsun. Ve Bu insanları Terör denilen pislikten kurtarmak için omuzlaman gereken yükün altına giriveriyorsun bir çırpıda, zorlanmadan. 

Terörle mücadelede çalıştığım ilk sefer değildi. Daha önce de Güneydoğu'da çalışmış ve birçok operasyona katılmıştım ama bu seferin farklı olacağını hissediyordum. Türk ordusu tarihinde hemen hemen hiç meskun mahal çatışmalarına katılmamıştı ve bu konudaki tecrübe eksikliğimizin başımıza dert olacağından korkuyorduk. Ancak örgütün de bu konuda tecrübesiz olduğunu biliyorduk. Bu yüzden de durmadan dinlenmeden hazırlandık, eğitim yaptık. Ancak sahada olmanın eğitime benzemeyeceğini bilecek kadar da zekiydik. Kendi taktiklerimizi geliştirip arazideki tecrübemizi teknik ekipmanla da birleştirip çok iyi de sonuçlar elde ettik. Peki hazır mıydık? Yaşamadan asla bilemeyecektik.


Gün 3


Operasyon başlayalı 3 gün olmuştu ve oldukça iyi şekilde ilerliyorduk. İlk iki günü sahada geçirdikten sonra bizleri dinlenmemiz için cizredeki yatakhaneye dönüştürülmüş korunaklı okullardan birine yerleştirdiler. Pek konforlu değildi ama bizim de aradığımız şey konfor değildi. İlk gün herkes keşmekeş içerisinde geçmiş, gece gündüz çatışmaların durmadığı şehirde birçok yaralımız ve 2 de şehidimiz vardı. Birçok PKK mensubunu etkisiz hale getirdiğimiz bu iki günlük süreç aslında her iki tarafın da birbirini tanıma süreciydi sadece. 

Bizler bu süreçte şehrin patlayıcılarla dolu, düşmanın silah ve mühimmat açısından tedarikli, mevzilerinin iyi tahkimli , keskin nişancılarının ise çok etkili olduğunu görmüştük. Düşmanımızı tanıdığımız aşamada onu küçümsemenin her zaman felaketle sonuçlandığını bilerek onların hazırlıklı olduğu hususlarda önlem almayı daha uygun bulduk ve istirahat ettiğimiz bu iki günde de bu konuda hazırlık yaptık. 

Öğleden sonra personeli okulun eskiden kantini olan yerde topladım. Bahanemiz bakım yapmaktı ama asıl istediğim ise onlarla konuşmaktı. Timimin yarısı ilk defa çatışma tecrübesi yaşıyordu ki zaten birçoğu da mesleğe sadece birkaç ay önce başlamıştı. Herkesin suskun oluşundan aslında konuşmak isteyenin benden çok onlar olduğunu anlamıştım ve sanırım konuyu da gayet iyi biliyordum. Söze ilk olarak 5 aydır yardımcılığımı yapan Mert Astsubay başladı. 

"Komutanım, size bir şey sormak istiyoruz ama isterseniz cevaplamayabilirsiniz." dedi.

"Sor Mert. Belli ki arkadaşların da bu sorunun cevabını oldukça merak ediyor."

"İlk gün, o ilk çatışmada, adamı öldürdükten sonra beni duymadığınızı fark ettik. Bilmemiz gereken bir şey mi var?"

"Bunu soracağınızı az çok tahmin ediyordum. Ama verilecek tatmin edici bir cevabım olduğunu da sanmıyorum. Ben de insanım ve haliyle korkuyorum. Sonuçta bir can taşıyorum. Arkamda bekleyen bir ailem var ve onlara kavuşmak istiyorum. Sizlerin asıl sormak istediği aslında çatışmada benim bu durumuma güvenip güvenemeyeceğiniz. Ama unutmayın ki en cesur insanlar korkmayanlar değil, korkularına rağmen tehlikeye karşı koyanlardır. Sanırım hiçbirinizin de bu konuda benden bir şüphesi yok arkadaşlar. Yeri geldiğinde her biriniz için canımı seve seve feda edeceğimden zerre kadar şüpheniz olmasın. Benim asıl korkum sizleri ailelerinize sağ salim götürememek olur."

Bakışlarındaki donukluk yerini parıltılara, sözlerdeki resmiyet ise bir süre sonra esprilere bırakıyordu yerini yavaş yavaş. Sözlerime itimat ettiklerini ve inandıklarını biliyordum. Çünkü arazi operasyonlarından da tanıyorlardı hepsi beni. Ancak Cizre farklıydı. Ve ihanetle dolmuş bu şehirden kaçımızın geriye sağ olarak dönebileceğini ancak Allah bilirdi.



Cizre Günlükleri (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin