Yol Ayrımı

131 6 0
                                    

Gün 13

Bugün tanklar teyit edilmiş binaları ateş altına alabilsin diye sabahtan kaldığımız evin içerisinden gözetleme yapmakla yetindik. Altımızdaki sokakta M60 tankı kendisine verilen hedeflere durmadan ateş etmeye devam ediyordu. Ancak yaya olarak bu harekata devam edenlerimiz kadar zırhlı araçlarda bulunan personel için de tehlikeliydi sokaklar. Hangi sokağın neresinde bir anti-tank mayını olduğunu asla bilemezdiniz. Örgüt kaldırım taşlarından ya barikat yapmış, ya da kaldırıp altına patlayıcı döşeyerek tekrar kapatmıştı. Yani kaldırım taşları nerede olurlarsa olsunlar başımıza bela oluyorlardı. 

Tank bulunduğumuz evin tam altında ateşe devam ediyordu. Kum torbalarıyla güçlendirdiğimiz pencerede nöbetçi olarak Zeki bekliyordu. Gözünü kırpmadan sokağı gözlüyordu. Birden kaşları çatıldı, daha da dikkat kesildi sanki sokağın karşısındaki bir binaya. 

"Karşı binada hareket var. Aramamış mıydık komutanım biz orayı bu binaya girmeden önce?"

Haklıydı. Didik didik aranmıştı. Eğer rüzgarda hareket eden bir perde değilse, kesinlikle eve bizim görmediğimiz arka yüzünden sızmış olmalıydılar. O sırada cam kırılma sesi duyuldu. Zeki bir saniye bile tereddüt etmeden camın kırıldığı pencereyi ateş altına almıştı. Karşılık gelmiyordu ama tank olan sokağa sızmışlarsa bir planları olmalıydı. Zeki gördüğü her harekette birkaç mermi gönderiyordu hareketin kaynağına. Bizler de Zeki'nin himayesinde eve girmek için hazırlıklarımızı bitirmiş, PÖH unsurlarıyla beraber bulunduğumuz apartmanın giriş kapısına varmıştık bile. Kapıdan baktığımda Tankın tam hareket gördüğümüz evin altında ateş etmeye devam ettiğini gördük. Tank personeli iyi eğitimli ve tecrübeliydi. Dolayısıyla olası bir el bombası saldırısına karşı tank kapaklarını kapatmanın gerekliliğini biliyorlardı. 

Tam o sırada kırılan camda beliren kar maskeli biri Zeki'nin olduğu yere doğru atışa başladı. Zekinin hazırlıklı olduğundan şüphem yoktu ama bu saldırının dikkat dağıtmak için olduğu da besbelliydi. Balkon kapısından çıkan bir başka teröristin ise elinde Roketatar vardı ve bizlerin ateş altına alabilmesi için fazla çapraz bir pozisyonda kalıyordu. Roketatarı omzuna alarak tanka doğrulttu. Hemen bulundukları binanın altında olduğundan nişan almasına bile gerek kalmamıştı. Roketin ateşlenmesi ile tanktan bir alev ve duman bulutu çıkması bir olmuştu. Normal bir RPG-7 mühimmatı tanka ağır hasar veremez ama anlaşılan bu mühimmat zırh delici özelliği olan farklı bir türdü. Suriye'de çakallık peşinde koşan abilerinden ve onları maşa gibi kullanan batılı köpeklerden aldıkları tüm yardımı bize karşı kullanıyorlardı.

Tankta kalan arkadaşlarımızı kurtarabilmek için öncelikle binayı temizlememiz gerekiyordu. Bombaatar kullanan Musa'ya balkona ve cama ateş etmesini söyledim. İki atımın biri balkonun tavanında, diğeri de odanın içinde patlamıştı. Mükemmel atışlardı. Kalkanı önümüze alarak zaten açık olan apartman kapısından içeri girdik. Bu temizliği normalde yaptığımızdan biraz daha hızlı yapmamız gerekiyordu. Zira aşağıda kalan tankta kalan personellerin kalan tek şansı bizdik. 

İlk katın aramasını hızlıca bitirerek asıl sorunlu olan ikinci kata doğru çıkmaya başlamıştık ki tam da beklediğimiz yerden, merdivenlerin bitiminden bir terörist dikkatsizce önümüze atladı. Hareketlerinden çok acemi olduğu bariz şekilde belli oluyordu. Mevzi almaktan bile haberi yoktu. Daha 3-4 mermi ateşleyebilmişti ki kalkanı tutan Polis Memuru arkadaş tabancasıyla göğsüne 2 kurşun yerleştirdi. Onun ateşlediği mermiler ise kalkanda kalmıştı. Koridor ikiye ayrılıyordu. Dün yaptığımız aramada hatırladığıma göre ateş açılan oda ve balkon solda kalıyordu. Sağ tarafımızın emniyetini de alarak sola döndük. Kuyruğumuzdaki ikinci unsur bizin geçişimizden sonra sağ taraftaki odalara el bombası attı. Biz de aynısını kapısına geldiğimiz oda için yaptık. El bombasının patlamasından sonra hızlı ama kontrollü bir şekilde içeri girdiğimizde yerde yatan ikisi başlarından vurulmuş, birisi de bombaatar ile vurulmuş 3 kişi vardı. Anlaşılan  Zeki'nin yaptığı önleme atışları oldukça işe yaramıştı. Ama içeriye baktığımda roket görememiştim. 

Zeki'ye balkona yaklaştığımızı haber verdikten sonra emniyetimizi alarak balkona çıktım. Roketatarı atan yüzü maskeli terörist yerde yatıyordu. Bombaatar mermisi görevini tam olarak yapmış, şarapneller sol gözü ve karnını paramparça etmişti. Ancak hala yaşıyordu. Sağlam kalan sağ gözüyle yanına gelirken beni takip etti sürekli. Vücudu o kadar dağılmıştı ki dışarıda kalan organlarına basmadan yanına yaklaşmak mümkün değildi. Benim de tankta olan arkadaşlarımı düşününce pek de bu durumdan rahatsız olduğum söylenemezdi. Maskeyi çıkarttığımda çocuğun neredeyse onsekiz yaşında bile olamayacak kadar küçük olduğunu fark ettim.  Organları dışarı çıkmış olmasına rağmen kan kaybı çok da fazla değildi. Baktığımda karaciğerinin de parçalanmış olduğunu gördüm. Aldığım sağlık eğitiminden bu adamın biz müdahale etsek bile öleceği barizdi ama istesem acısını onu öldürerek ya da morfin bandı kullanarak dindirebilirdim. Ama dindirmemeyi seçtim. Madem ki ölecekti, son anlarında sebep olduğu acılardan kendisine düşen payı da alarak gitmeliydi. 

Tanktakileri çıkartmamız için öncelikle sokağın ilerisinin emniyete alınması gerekiyordu. Yoksa yapacağımız hazırlıksız bir kurtarma harekatı daha fazla yaralı veya şehide sebep olabilirdi. Telsizden acele olarak tankı himaye edecek iki kobra istedim ve bende sokağın ilerisine doğru olan diğer evleri aramaya giriştim. 

O kadar hızlıydık ki muhtemelen üç günde arayacağımız kadar evi sadece 3 saate aradık. Bu sırada Tankta bulunanlara da müdahale edilmiş, hepsi dışarıya çıkartılmıştı. Tank Komutanı Astsubay arkadaşı tanıyordum. Dinlenme zamanlarında beraber oturup sohbet etmişliğimiz çoktu. Yalovalı çiftçi bir ailenin küçük oğluydu. Daha yedi ay önce evlenmişti ve eşi de üç aylık hamileydi. Her şehit canınızı yakar. Ama tanıdığınız ve hikayesini bildikleriniz daha fazla dokunur ruhunuza her zaman. O yüzden en çok da onu merak ediyordum . 

Son binanın da araması bitince telsizden rapor verip Tanktaki arkadaşların durumunu sordum. Tabur komutanım Cemil Yarbay telsizden sorduğum sorunun cevabını vermek için cep telefonundan aradı beni. Roket tanka çarptığı sırada nişancılık yapan tank komutanının da kule içerisinde olduğunu ve tankın da tam onun olduğu kısımdan yara aldığını söyledi. "Muhtemelen hiçbir şey hissetmeden şehadete ermiştir oğlum." dedi. Diğer iki personelin ise ciddi yanıkları olduklarını ama kurtulacaklarını da söyledi. "Üzülme Mustafa, emin ol gittiği yer kötü değil." diyerek beni teselli etmeyi de unutmadı kendince.

Ağlamamam gerektiğini biliyordum ama bir şekilde boşaltmalıydım kafamı. Gözlerimden istemsizce süzülen yaşları görmesinler diye bulunduğumuz  evin başka bir bölümüne geçip yere çöktüm. Gittiği yerin hepimizin gitmeyi arzuladığı yer olduğunu biliyordum ama böyle kalleşçe bir durumda değildi elbet. Ailesine ne söylenecekti? Karısı, üç aylık hamile karısı nasıl dayanacaktı bu duruma? Daha yüzünü bile göremeden babasız kalan o yavruya kim sarılacak, kim hayatı öğretecekti şimdi? Yarım kalmış bir hayat, tamamlanamamış ve hiç tamamlanamayacak olan bir sürü hayal. 

Birçok yerde en büyük acıların 21 gün sürdüğü söylenir. Peki oğlunu kaybetmiş bir anne için de geçerli midir bu durum? Kendisini seve seve uğruna feda edebileceği evladının şehit oluşu bir annenin aklından nasıl çıkar? Nasıl unutulur? Yıllar geçecek, hayat devam edecek ama o kıpkırmızı kor o annenin yüreğinde kalmaya bir ömür devam edecek. Bizlerse kısıtlı empati yeteneğimizle sadece onun acısını anladığımızı zannederek teselli edeceğiz kendimizi. Bilmeyeceğiz ki o acı, bizim tahayyül bile edebileceğimizin yüzlerce kat üstünde. Bizler hayatlarımıza devam edeceğiz ama o analar, o aileler için zaman hep o subayın kara haberi vermek için kapılarını çaldığı anda sabit kalacak.

Cizre Günlükleri (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin