Namjoon kendini kurularken düşünüyordu. Sarı saçlı çocuk tam olarak bir ruh değildi. Nasıl doğduğunu o da bilmediği gibi çevresindeki insanların nasıl öldüğünü de algılayamıyordu belli ki.
Çizerinin kalp krizinden, beyaz elbiseli kızında kan kaybından öldüğünü anlamayacak kadar dünyadan kopuktu.
Fakat, neden insanlar onun lanetli olduğuna inanmıştı? Nedeni neydi? Kim, onları öldüren bir tablonun varlığından rahatsızlık duymadan yaşayabilirdi?
Derin bir iç çekip kot pantolonunu ve yarım kollu tişörtünü giydi. Yatağına uzanmış sarı saçlı çocuğun yanına yattıktan sonra Seokjin'e saygıdan yoksun bir mesaj atmıştı. Tıpkı onun odasında gösterdiği tavır gibi.
-: Acıktım ve suyum bitti.
Mesaj anında görülmüştü fakat cevap gelmedi. Yine de yemeğinin geleceğine emindi.
"Kaba bir insan değildin sen." dedi sarı saçlı bir anda. Namjoon gözlerini ona sabitledi ve cevap vermedi. Yakından gördükçe onun güzelliğine kapılıyordu sanki.
"Bir adın var mı? Çizerinin sana verdiği bir isim."
Sarı saçlı dudaklarından bir 'pft' sesi bıraktı.
"Bunu bile hatırlamıyor musun?"
Namjoon ise omuz silkmişti.
"Çizerin ben değilim. Bilmemem gayet doğal."
"Moon... bu bedenin gerçekten inatçı çıktı biliyor musun? Adım Yoongi. Ama Min Yoongi. Sen moon olduğundan bende min'im."
Namjoon ona gülümsedi. Bir şeyler anlatırken heyecanlanıyor ve sevimliliğe bürünüyordu sanki.
"Parlak ay. Güzel bir kombin." dedi elleri kendinden habersiz onu hissetmek istediğinde. Sarı saçlarına yöneldi önce ve onları gerçekten okşayabilmenin şaşkınlığı içinde bir süre parmaklarını gezdirdi.
"Yinede bana inanmalısın Yoongi. Ben senin çizerin değilim. Diğerleri sana ne söyledi bilmiyorum fakat ben sadece buraya senin hikayeni duyup geldim. Seni merak ettim."
Sarı saçlının gözleri parlamıştı bir anda. Hatta, dudakları bile mutluluğun verdiği buruklukla aşağı kıvrılıvermişti.
"Moon değil misin?"
Namjoon yavaşça başını iki yana salladı.
Sarı saçlı ise derin bir iç çekmiş, kalbindeki özlemin geri gelmesiyle ellerini göğsüne bastırmıştı. Evet, bir kalbi vardı.
"Kimsin?"
"İsmim Kim Namjoon."
Anlayışla başını aşağı yukarı salladı. Bir iç daha çekmişti bu sırada. Gözlerini, uzun kirpikleriyle örttü usulca.
"Her zaman olacak değil ya."
Çalınan kapıyla ikisi de başlarını aynı noktaya çevirmişti. Namjoon yerinden kalkıp Bayan Song'un getirdiği yemekleri aldı ve yatağının yanına çektikten sonra tepsideki yemekleri Yoongi'ye yaklaştırdı.
"Bunlar nedir? Güzel gözüküyorlar, güzel de kokuyorlar."
Namjoon ona gülümseyip çatalını özenle kesilmiş bifteğe batırdı.
"Yemek nedir biliyorsun değil mi?"
Çatalı Yoongi'ye uzattığında sarı saçlı kaşlarını çattı.
"Elbette biliyorum aptal, nasıl yaşadığımı düşünüyorsun?"
Ve biftekten bir ısırık aldı. Yaşamak için neden yemek yemeye ihtiyacı vardı?
"Çok garipsin." dedi Namjoon hala gülümserken. Yoongi omuz silkti ve tepsinin önünde bağdaş kurdu. Namjoon'da diğer tarafta oturmayı tercih etmişti.
"Sadece bir tane çatal getirmişler! Bende yaşıyorum burada."
"Onlar bunu bilmiyor."
Yoongi bir iç çekti.
"Haklısın."
Namjoon onun gözlerine sabitlemişti gözlerini. Anlamaya çalışıyordu. Çoktan iki gün olmuştu. İki gündür bu odadan başka bir yere adım atmıyor ve yinede kendini korkudan çıldırmış, intihara hazır bir manyak gibi hissetmiyordu. Yoongi ise nasıl var olduğunu ve insanların nasıl öldüğünü bile bilmiyor fakat nasıl hayatta kalacağını biliyordu.
Garipti.
Anlam veremiyordu.
Ölümün anlamını bilmeye biri nasıl yaşamanın gerekliliğinden haberdar olabilirdi?
Gözlerini diktiği gözlerden ayırdı bakışlarını. Kaşları çatılmıştı istemsizce ve burnundan soluyordu.
"Nasıl bir saçmalığın içindeyim ben?" dedi yatağından kalkıp odanın içinde gezinmeye başlamışken.
Yoongi'nin gözlerindeki parıltının bariz bir şekilde söndüğünü, o farkedememişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
norowareta shõnen #namgi
FanfictionYıldızlar bile senin için kayıyorlardır gökyüzünden. Sana yakın olmak için kim ölmeyi göze almaz ki? Başlangıç: 18 Aralık 2016 Bitiş: 6 Şubat 2017