ACIDAN GÖZYAŞI

380 78 30
                                    

Ruhu acıdan olan bir kız tanıdım.Her aynaya baktığında çaresizliği iliğine kadar hisseden başını yaslamak için bir omuz aramaktan vazgeçeli yılları olan bir kız tanıdım. Her ağladığında gözyaşlarını minik bir el sildi onun. Her düştüğünde kaldıramayacağını bile bile minik bir el uzatıldı ona. Ve şimdi hayatını o minik ele adamış kızın ellerinin arasından çekip alıyorlardı miniğini. Ve o kız durun diyemiyor tekrar tutup elinden çekemiyordu. Bu seferki engel büyüktü çünkü bu engel onun yok edebileceği bir şey değildi. Zaten kim kaderini yok edebilirdiki. Ben edemezdim ve edemiyordum da.

Evet o kız bendim hala da benim.

Sorunda buydu zaten, benim kardeşim gözlerimin önünden gidiyordu. Onu tutamıyordum çünkü her tuttuğumda bir şey oluyor ve biz yine ayrı limanlara savruluyorduk. Eskisi gibi olsa iyiydi ama bu seferki liman fazla uzak ve fazla karanlıktı. Ben Lina ÇAKIR. Çaresizliği adı gibi kabullenmiş, elleri kolları bağlanmış olan, artık atacak tek bir adımı kalmayan Lina Çakır.

Kardeşine hayatını adamış, elinde ne var ne yoksa ona vermeye hazır olan, yaşaması için canını dişine takan bir ablayım ben. Ben kardeşinin herşeyi olan ama dışarıdan bakıldığında kimsesiz gibi görünen bir ablayım.

Boş sokaktaki adımlarıma eklediğim düşüncelerim her zamanki gibi içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Kardeşim yedi yaşında küçük bir erkek çocuğuydu. Ve o erkek çocuğu benim herşeyimdi. Şimdi ise herşeyimi avucuna almış ölüme dur demeye çalışıyordum. Ama sadece çalışıyordum,bir türlü dur diyemiyordum. Kardeşim ilik kanseriydi ve ben ona uygun bir iliği hala bulabilmiş değildim. Uygun iliği bulmayı geçin ilaç masraflarını bile karşılayamıyordum ki. Tanıdığım herkesi hastaneye dizmiştim fakat hiçbirinin iliği tutmamıştı. Benim iliğimin tutmamasını anlıyordum ama o kadar insanın arasından bir kişinin bile iliği tutmazmıydı arkadaş.

Boş sokakta yankı yapan ayaklarım artık alışık olduğum belalı sokakta cesurca yürürken bir kaç kişinin verdiği selamı kafamla alıyordum. Adımlarım uzun yolun sonundaki siyah kapının önünde durduğunda elimi kaldırarak büyük demirden yapılmış siyah kapıyı iterek açtım. Kapının açılırken çıkardığı tiz sese yüzümü buruştururken hızlı adımlarla ilerlemeye devam ettim. Uzun ve dönemeçli merdivenleri inerken kafamdaki bereyi düzelttim ve dövüş salonunun olduğu kata geldim. Salona açılan kapının önündeki koruma bana kısa bir bakış atıp cebindeki kartı okuttu ve eliyle ileriyi gösterdi. Bakışlarım gösterdiği yere takılırken bizim ihtiyarın burada olduğunu gördüm. Hızımı azaltmadan salonun merdivenlerini indim ve ihtiyarın oturduğu masaya doğru ilerledim. İhtiyar beni görüp ayağa kalktığında ona kısa bir bakış atıp oturdum. Bu yaptığıma gözlerini devirip cılız bedenini koltuğuna oturttu. Masanın üzerinde duran paraya kısa bir bakış atıp tekrar ihtiyara döndüm ve konuştum.

"Paraya ihtiyacım var!"

Kaşlarını bilmiş bir şekilde havaya kaldırdığında beni yine uğraştıracak olması can sıkıcıydı. Bir kere de istediğimde şu parayı önüme koysa küçük dilimi yutacaktım. Üstelik paraya neden ihtiyacım olduğunu da biliyordu yaşlı moruk.

"Senin her zaman paraya ihtiyacın var."

Büyük ihtimalle benden önce benim haberlerimi almıştı ve şu an bana gıcıklığına böyle konuşuyordu. Kardeşim Bora'nın hastanede olduğunu ve hastaneden çıkartmak için paraya ihtiyacım olduğunu biliyordu kesin.Ve bulduğu bu fırsatı değerlendirecekti.

"Ne istiyorsun ihtiyar."

Kafasını yavaşça yana çevirip yanında bekleyen korumasına gitmesi için bir baş hareketi yaptı. Koruma bana kısa bir bakış atıp yanımızdan ayrılınca ihtiyar oturduğu yerden biraz daha bana eğildi ve bir zarfı gizlice montumun içine bıraktı. Kaşlarım çatık bir şekilde ihtiyara bakarken bana eğik bedenini geri çekti ve masanın üstündeki parayı alarak ceketinin iç cebine koydu.

SESSİZ VEDA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin