1. Bölüm.

110 24 7
                                    

Ne yazık ki hiç kimse dünyaya gelirken yaşam biçimini, yaşadığı yeri, ailesini seçemiyor. Veya elimize bir katalog verilip de, ''Gözlerim çekik olsun, saçlarım sarı olsun, zayıf olayım, güzel olayım.'' diyemiyoruz. 

Yaşadığım şehri, İzmir'i çok seviyorum. İzmir insanları cömert, yardımsever, zarif insanlardı. Başın sıkıştığında, kötü bir olay yaşadığında hemen işlerini güçlerini bırakıp koşarlardı. İzmir'i seviyordum ama içerisinde bulunan akrabalarımı sevmiyordum. O kadar yapmacıklardı ki, sanki beni çok önemsiyorlarmış gibi hayatıma müdahale etmeleri beni çileden çıkarıyorlardı. Oysa kötü günlerimde akrabalarımdan hiç birisi benim yanımda değildi.

15 yaşında ailemi, mutluluğumu, sevincimi kaybetmiştim. Yani annemi... Gerçekten anneler ''aile'' kavramını ayakta tutan tek varlıklarmış. Babalarda iş yokmuş. En azından ben öyle biliyorum. Çünkü hiç bir zaman ''babasının prensesi'' tabirli kızlardan olamadım.

Annemi öyle bir zamanda kaybettim ki, tam ihtiyacım olduğu senelerde.. Düşünsenize aşık olacaksınız, sizi seven birileri çıkacak, evleneceksiniz, kendi düzeninizi kuracaksınız. Böyle zamanları annemle yaşamayı öyle çok isterdim ki.. Ona ''of anne ya, ya anne sen daha bir şeyi anlamazsın, uf anne.'' demekten utanıyorum ve keşke demeseydim diyorum. Üstelik ona daha doya doya sarılamamışım, kucağına oturup öpememişim, o çok sevdiği çayla beraber sohbet edememişim. Öyle aptal şeylerle uğraşmışım ki, onunla olan zamanın kıymetini bilememiş, onun tükenişini görememişim. 

Bu düşünceler aklımdan geçerken göz yaşlarımı sildim. Konak İskelesi'nde oturmuş öylece denizi izliyordum. Burası bir nevi benim kendimle yüzleşme alanımdı. 

Sindiremiyordum bir türlü annemin 53 yaşında ölmesini, beni bırakmasını.. 100 yaşındaki nineler metroya binip orada burada fink atarken benim annemin ölmüş olduğu gerçeği koyuyordu bana. Hemde o lanet sigara yüzünden...

Keşke Aladdin'in sihirli lambası olayları gerçek olsaydı da, hiç düşünmeden annemi dilerdim...

Büyük pişmanlıklarım vardı ama en büyük pişmanlığım babamdı. Saçma bir olaydan dolayı ablamla beni evlatlıktan reddetmişti. Zaten ne zaman evladı olmuştum ki onun? Ne zaman biricik kızı olmuştum? Gerçek, bir kurşun gibi kalbimi delip geçmeyi başarabilmişti. Hiç bir zaman...

Annemin ölüm raporunda ''ölüm sebebi'' kısmında ''kalp krizi'' değil de kesinlikle babamın adı yazmalıydı. Çünkü anneme çok çektirmişti ve ben asla onu affetmeyecektim.

Ondan nefret ettiğimi bildiği halde bir de ayağına kadar beklemişti. O evde annemin anıları dolaşıyordu ve ben o eve gitmeye cesaret edemiyordum. Kafayı yiyecek gibi oluyordum. Beni bu zayıf noktamdan vurarak, ''Ee, sen nasıl olsa gelip gitmiyorsun, ben başka şehire taşınacağım.'' deyip gitmişti.

Aslında istediğim şey buydu, onun başka şehire gitmesi ve onun yüzünü bir daha asla görmemem.. Yine de içimin acımasına engel olamıyordum. Annemden gelen en büyük özelliğim buydu belki de, vicdanlı olmak...

Yaşadığım olayları göz önünde bulundururken burukça gülümsedim ve acıyla, ''Vay be.'' dedim. ''Ne olaylar yaşamışım ama.''.. 

Şimdi ise 19 yaşında ve lise son sınıf öğrencisiydim. Mezuniyetime 1.5 ay kalmıştı fakat ben hiç gitmek istemiyordum. Bu yıla kadar çok çalışmış bir maydonoza demet olmuştum, iş sahibi olabilmeme hemen hemen ramak kalmıştı. Çocuk gelişimi okumuştum ve üniversitede her ne kadar şehir dışı istediysem de İzmir'de kalmayı başarabilmiştim. Ege Üniversitesi'ni kazanmıştım. Güzel bir üniversiteydi yani. 

İzmir'den asla kurtulmak istemedim ama insanlarından kurtulmayı çok istedim. 15 yaşından beri hep bunun için çabaladım. Allah'tan ablam ve abim vardı. Öz abim değildi ablamın eşiydi ama bana herkesten daha çok babacan, sevgi dolu davranmıştı. Onlarla yaşadığım müddetçe onları küçük düşürecek bir davranışta bulunmadım. 

Bay Stalker!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin