Her zaman böyle zor muydu bilmiyordum. Kabullenmek benim için hep zor olmuştu. Boğazımda kalan, yutkunamadığım bir şey. Orada hep duruyor ve rahat vermiyordu. Annem ve babamın gidişi gibi, sonra ablamın gidişi gibi kabul edilemez. Gidip gelmeyişi gibi sonsuz. Beni satacaklardı! Hayatım, kararlarım, bedenim bir kaç adamın elinde mi olacaktı? Ruhuma açtığım yaralara en derini mi eklenecekti yani? Düzenin bana getirdiği bu ahlaksız yenilgiyi kabul mü etmeliydim yoksa ölmeli miydim kendi tercihimi kullanarak.
Bana verilen odadan çıkamıyordum şimdi. Efgan'ın emir verdiği bir kaç adamla düşüşümden sonra odaya kapatılmıştım. Önünde kirişi olan camın önüne oturup rüzgardan savrulan karlı ağaçları izledim. Dirseklerimi dizlerime yerleştirmiş, kafamı da kollarıma yaslamıştım. Başım o kadar ağrıyordu ki artık gözlerim yaşla dolmuştu. Saçımı çekişinden sonra daha da canım yanmıştı. Kilidi açılan kapıyla kafamı o yöne doğru çevirdim. Elinde pansuman malzemeleri ile bana doğru geliyordu. Korktum ama gidecek bir yerimin olmadığının farkındaydım. Banyoya saklanmak içinse çok geçti zaten.
"Dikişlerin için pansuman yapılması gerekiyor." dediğinde alayla güldüm. Yaşananlardan sonra hala buna cesaretimin oluşu Efgan'ı öfkelendirdi. Seyiren gözleri ve kasılan çenesinden bu belliydi.
"Bu yara senin yüzünden açıldı. Şimdi neden onu iyileştirmek için uğraşıyorsun?" Efgan beni dinlerken bir yandan da ikili rahat koltuğa oturmam için kafasıyla o tarafı gösterdi. İtiraz etmeksizin geçtim yerime. Bende iyileşmek istiyordum. Ve buna itiraz edecek halim yoktu.
"Öncelikle bu yarayı sen açtın, kaza senin yüzünden oldu yabani. Hatırlatırım. Sonrasında ise yaranın iyileşmesinin benim şahsi isteğimle hiçbir ilgisi yok. O otele sağlam gitmen gerekiyor. Anlarsın ya, müşteriler için." Ölmeyi istemek hayatımda ilk defa düşündüğüm bir şeydi. Kimse için iyi olmak istemiyordum. Kendi hayatım için iyi olmalıydım, başkalarının zevkleri için değil.
"Otele gitmeyeceğimi ikimizde biliyoruz." diye söylendikten sonra kafama değen yakıcı madde ile seslice inledim.
"Hareket etme." diye uyardı Efgan beni. Ela gözleri benim gözlerimle bir an buluştuktan sonra konuşmaya devam etti. "Benimle inatlaşma. Canını yakmak istemiyorum. Zorlama! İstersem seni şimdi götürürüm. Buna da hiçbir şey engel olamaz. Her gün bir başkasının koynundan çıkarsın. Bazen on sekiz yaşında ki zengin bir piçin bazen de altmış yaşına gelmiş, sürekli terleyen ve derisi sarkmış bir dedenin koynundan. Bütün bunları kaldırmak için, sağlam bir bünyeye ihtiyacın olması gerekiyor." Midem söylediği şeyler üzerine kalkmıştı. Kusmak üzere olduğumu hissettiğim zaman pansumanı hiçe sayıp koşarak odanın içinde ki banyoya girdim. Midemde ne var ne yoksa boşalttım. Nisan bütün bunları yaşamıştı? Peki ya nasıl katlanmıştı bunca şeye? Içimi yakıyordu bütün bunları düşünmek. Efgan'ın anlattıkları beni mahvediyordu. Buna asla razı olamaz, kabullenemezdim. Nisan'ın yaşadığı şeyler için üzülmüştüm ancak bu yine de beni bırakıp gitmesini haklı çıkartmıyordu. Bastan böyle bir seçim yapmış olmasını geçmiştim ama insanlar hatalarını düzeltmekte neden hep geç kalırdı ki?
Efgan saçımın önüne gelmemesi için tutmuş, bende buna engel olmamıştım. Engel olmaya mecalim olmadığı kadar cesaretim de yoktu. Aynı konu yüzünden sinirlendiği zaman adama tokat atmış ve kendimi sonunda acılar içinde yerde bulmuştum. Kendime sık sık hatırlattığım tek şey iyi olmam gerektiğiydi. Ancak atladığım bir şey vardı ki o da bünyemin çok fazla hassas oluşuydu. Günlerce bakıldığım zaman bile bir hastalığı zar zor atlatırdım. Efgan'ın uzattığı peçete ile ağzımı silip, beni böyle görmesinin utancını yaşayarak ağzımı lavaboda çalkaladım. Eğer midemde bir şeyler kalmış olsaydı hala da kusmaya devam edebilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ziyan
Ficção AdolescenteBu bir sürükleniş hikayesidir.. Güneş, ablası Nisan'ın hayatının bedelini ödemesi gereken on yedi yaşında bir kız. Karanlık üstüne bir kez daha gölge gibi düştüğünde kaçmak tek çaresiydi. Ama kaçabilir miydi? Efgan'ın karanlığı peşinden gelirken, a...