Bacaklarımın beni taşımayacaklarını hissetmemle sıkıca yanımdaki duvara tutundum. Bir türlü gözlerimi o taraftan ayıramıyordum. Donmuş gibiydim. Senelerdir görmediğim annem şu an karşımda durmuş gözlerimin içine bakıyordu. Bakışlarında hiçbir duygu sezemiyordum. Keşke yer yarılsaydı da yerin dibine girebilseydim. Kendimi kilitlenmiş hissediyordum. Dudaklarımı koca bir titreme kaplarken birtürlü göz temasımızı bozamıyordum. Bunca zaman sonra beni nasıl bulabilmişti? Neden gelmişti? Beni nasıl tanıyabilmişti? Beynimde birsürü soru işareti dönüyordu, ben ise bunların cevaplarını sormak yerine yerimde çakılı kalmış ve gözyaşlarımı dindirmeye çalışıyordum. Zorlukla dudaklarımı aralayıp tek bir kelimenin çıkmasını sağlayabildim.
"A-anne?"
Yavaş adımlarla bana doğru yaklaşıyordu. Hala hiçbir duygu ifadesi görememiştim yüzünde. Öyle soğuk bakıyordu ki. Sanki...sanki annem değilmiş gibi. Tam yanıma gelip önümde durduğunda nefes almakta güçlük çekiyordum. Tam ona sarılmak için kollarımı aralamışken eliyle beni durdurdu. Dudaklarının arasından soğuk bir sesle tısladı.
"Dur."
"N-ne?"
"Buraya sana birşeyi açıklamak için geldim. Fazla kalmayacağım."
"A-anne. Ben özür dilerim. Eğer o olaydan sonra hala bana kırgınsan. Bak ben sizden olabildiğim kadar uzak olmak zorundaydım. Çünkü tehlikeli olduğumu hissediyordum. B-ben böyle olmasını istememiştim. Anne lütf-"
"Kapa çeneni Diana!"
"S-sen neyden bahsediyorsun?"
"O gün sen farketmesen de kocamı acı vererek öldürdün!"
Söyledikleri beynime bir yıldırım misali çakarken. Konuşmak için araladığım dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım ve daha fazla gözlerine bakamayarak başımı yere eğdim. Bunu ben yapmış olamazdım. Ben böyle bir canavar olamazdım. Sözlerini devam ettirmesiyle dikkatimi ona verdim.
"Buraya geldim, çünkü zamanın doldu."
"Anlamıyorum seni? Ne zamanı?" dedim boğazıma düğümlenen lanet şeyden dolayı kısılmış sesimle.
"Bu boyuttaki zamanın doldu. Hiç düşünmedin mi bu boktan güçlerinin nereden geldiğini? Sürekli normal bir insanmış gibi davranmaya çalıştın. Başaramadın. Çünkü sen normal bir insan değilsin. Sen insan bile değilsin. Hiçbiriniz değilsiniz. Justin, Taylor, Benjamin ve sen. Normal olduğunuzu sanacak kadar aptal mısınız? Ah pardon. Diğerleri ne olduklarının az çok farkındalar. En azından araştırmaya çalıştılar. Ama sen... tam bir aptal gibi davrandın Diana! Ben masumum ayaklarına yattın hayatın boyunca. Sen masum falan değilsin. Sen küçük yaşta katil olan birisin. Üstelik insan bile değilsin."
Söyledikleri çok saçma geliyordu. Gerçekten çok saçma geliyordu ama bir yandan da mantıklıydı. Bu nasıl olabilirdi ki. Bu bir kamera şakası olmalıydı. Histerik bir kahkaha attım.
"Kamera şakası falan yapıyorsanız hiç komik değil. Yoksa bu da Justin aptalının bir oyunu mu?" dedim kahkahalarımın ardı arkası kesilmezken. Birden bire koluma batan tırnaklarla kendime geldim. Annem karşımda dikilmiş sinirle gözlerimin içine bakıyordu.
"Bu bir şaka değil aptal! Şimdi beni iyi dinle ve söylediğim kelimelerin hepsini teker teker o minik beynine sok! Sen benim çocuğum değilsin. Sizin gibiler küçük yaşta bu boyuta gönderiliyorlar ve kendi aileleri dışında başka ailelere veriliyorlar. Belirli bir yetişkinliğe gelince ise kendi boyutunuza defoluyorsunuz. Eğer bu boyuttakilere çok zarar vermeye başladıysanız daha erken yollanıyorsunuz ve bil bakalım kim henüz on yedi yaşındayken tam bir canavara dönüşmüş! Tabiki sen!" dedi tükürürcesine. "Justin de tıpkı senin gibi! İkiniz aynısınız. Sadece sen daha küçüksün. Justin bir ahmak gibi 2 senedir diğer boyuta geçmemek için o minik kıçını yırtıyordu! Burada kaldıkça tam bir canavar kaltağı oldu! İki sene sonra sen de tıpkı onun gibi olacaksın. Bu yüzden sakın gitmemek için direnme. O boyuta geçip gerçek aileni göreceksin ve bu boktan gücünü kontrol etmeyi öğreneceksin. Zaten gitmemek için çabalayacağını sanmıyorum çünkü zaten Justin'i, Taylor'u ve Benjamin'i oraya postaladılar. Dostlarının yanında olmak isteyeceksindir. Ya onların yanına gider, gücünü kontrol etmeyi öğrenirsin. Ya da burada kalır, tıpkı Justin gibi biri olursun." dedi tehditkar bir ses tonuyla. Son olarak söylediği şey ise aklımı tamamen allak bullak etmişti.
"Aslında pek bir farkınız yok. O sadece babasını değil annesini de öldürdü. Kontrolsüzün tekisiniz. Ne var biliyor musun Diana? Justin sana söylemişti. Ben tekrar söyleyeyim. Sen masum falan değilsin.Hatta o nefret ettiğin, canavar dediğin Justin'den bile daha betersin."
Bu söylediklerinden sonra hızla çıkışa doğru gitti. Ben ise dengemi kaybedip yere çöktüğümü yeni farketmiştim. Söyledikleri doğru olabilir miydi? Ben gerçekten böyle biri olabilir miydim? Asıl önemli olan şey ise ben insan değil miydim? Neydim peki? Dudaklarımı ağzımın içine çekip gözyaşlarımı serbest bıraktım. Okul bomboş ve buz gibiydi. Taş zeminin soğukluğunu da tüm hücrelerimle hissediyordum. Boş bakışlarımı yere dikip hıçkırıklarımı serbest bıraktım. Zamanımın dolduğunu söylüyordu. Peki nasıl gidecektim buradan ve nereye gidecektim? Tanrım bana yardım et.
"Tam bir ucubeyim." diye fısıldadım hıçkırıklarımın arasından. Ayrıca tüm okul neden boştu. Neden hiçkimse girmemişti içeri? Ayrıca burası neden bu kadar soğuktu? Neden, neden, neden!
"Beynimin sürekli bana sorduğu neden sorusunu da sikeyim!" diye bağırdım.
Pekala şu an pek de normal görünmediğim kesindi ama kimin umrunda. Annem olduğunu sandığım kadın bir anda gelip tüm gerçekleri suratıma vurup gitmişti. Bir anda vücuduma inanılmaz bir acının saplanmasıyla dudaklarımdan yüksek çaplı bir çığlık çıktı. Bunu ben yapıyordum? Tanrım bunu ben yapıyordum! Sinirden kendi kendime acı veriyordum. Böyle bir gücümün olduğunu bilmiyordum. Artık sinirlendiğimde başka insanlara değil kendime acı verecektim. Mükemmel. Psikolojik olarak yaşadığım acıyı gidermek için vücuduma acı vermeye devam ettim. Boğuk çığlıklarımı duymamak için kulaklarımı tıkadım ve işime devam ettim. Tamamen çıldırmış gibiydim.
Acıdan kendimi kaybetmek üzereydim. Gözlerimi kapatıp kendimi karanlığın boşluğuna bırakacağım sırada bileğime yapışan el ile kendime geldim. Justin gelmişti. TANRIM! Kontrolümü o kadar kaybetmiştim ki kendimi durduramıyordum. Beynimdeki yoğun uğuldamanın ardında Justinin bağırışlarını ayırt etmekte zorlansam da duyabiliyordum.
"Diana lanet olsun! Kes şunu öleceksin!"
"Du-d-d-duramıyorum."
"Sarıl bana."
"N-ne?"
"Sarıl dedim!" Bir anda beni yerden kaldırıp kendine bastırmasıyla tüm vücudum sarsıldı. Yavaş yavaş titrememin azaldığını hissedebiliyordum fakat tam olarak geçmemişti. Acı ise yerini tekrar psikolojik acıyla paylaşmıştı. Yarı yarıyaydı herşey. En azından bilincim yerinde diyebilirdim. Bu da ne bokumdu şimdi. Justin ile öylesine yapışmıştım ki tek bedendik neredeyse. Hafifçe geri çekildiğinde kaşlarının çatıldığını farkettim.
"Az önce n-ne oldu?" diye sordum endişeyle. Elini başına götürüp hafifçe inledikten sonra sorumu yanıtladı.
"Sendeki acıyı yarı yarıya paylaştık güzelim." dedi ve suratına bir sırıtma yaydı. Bu haliyle bile sırıtabiliyordu.
"Nasıl?" diye sordum gözlerim şaşkınlıkla açılırken.
"İki seneden öğrendiğim basit taktikler. Sen iyi misin?"
Suratımı buruşturup kendisine bastırdığı vücudumu ondan ayırdım. "Pek sayılmaz. Öğrendiklerim..."
"Biliyorum, biliyorum. Gitme zamanı geldi."
"Justin ben-"
"Sakın korkma. Bu biraz acıtabilir." Bir anda ayaklarımın yerden kesildiğini ve boşlukla aşağıya doğru düştüğümü hissettim. Heryer karanlıktı. Kimse yoktu. Justin yoktu. Okul yoktu. Sadece siyah vardı ve ben vardım. Birde kendime acı verirken duyduğum o uğultular. Öleceğimi düşünmeye başlamıştım. Gözlerimi ve dudaklarımı sıkıca kapatıp çığlığımı bastırdım. İnceldiği yerden kopsun istiyordum. Zorlukla fısıldayabildim.
"Korkma Diana. Artık kaybedebileceğin hiçbir şeyin kalmadı."
