Nefes nefese kalmış bir şekilde yatakta doğruldum. Tanrım. Hepsi rüya mıydı? Justin.. Drew değil miydi? Justin'in yanımda bana arkası dönük uyuduğunu farkettiğimde gerçekler suratıma çarptı.
"Birdaha uyumadan önce milkshake içmeyeceğim." diye fısıldadım kendi kendime. Bu gerçekten korkunçtu. İşin garip kısmı neden böyle saçma bir rüya görmüştüm? Justin gibi bir egoisti nasıl Drew olarak görmüştüm. Dudaklarımı sıkıca birbirine bastırıp avucumu alnıma dayadım. Ateşim yoktu.
Gözlerimi duvardaki saate diktiğimde neredeyse okula gitme zamanının geldiğini farkettim. Sıkıntıyla nefesimi verip yanımdaki öküzü dürtüklemeye başladım.
"Justin! Uyan." O kadar dürtüklememe rağmen hiçbir tepki vermiyordu. Ben size diyorum bu çocuk ayının teki diye.
"Eğer uyanmazsan giderim ve gidersem enerjin tükenip ölene kadar dönmem." diye tehdit ettim onu.
"Ben ölürsem sen de ölürsün gerizekalı." Hafifçe gözlerini aralayıp sırıtmıştı.
"Ölmek umrumda değil biliyorsun." dedim gözlerimi devirip. Bir süre uykulu uykulu bana baktı. Bu tıpkı rüyamdaki gibi yeni doğmuş malak bakışlarını atıyordu.
"Yine de ölmemeye çalış." diye mırıldandı. Bir anda istemsizce ona sarıldığımda neye uğradığını şaşırmıştı. Ben de öyleydim. Ama rüyamın etkisinden çıkamamıştım. Rüyamın gerçek olduğunu hissediyordum ama değildi. Öylesine gerçekçiydi ki. Onu herşeyiyle hissetmiştim. Dudaklarını,bakışını, kalbini, sevgisini, gülümsemesini. Ondan ayrıldığımda hala şaşkınlıkla bana bakıyordu. Onun Drew olmadığı ve Drew'in birdaha asla geri dönmeyeceği gerçeği bir anda canımı iki kat daha fazla yakmaya başlamıştı. Ağladığımı farkettiğimde elimin tersiyle gözyaşımı sildim.
"Kalk üstünü giyin. Okula gitmeliyiz." diye fısıldadım titreyen sesimle. Suratındaki ifade bir anda sertleşmişti. Eski halini almıştı. Lanet olsun o Drew değildi! Hızla yataktan kalkıp dolabımın önünde dikildim. İçinden siyah kazağımı, kırmızı-siyah kareli pantolonumu ve siyah deri asker botlarımı çıkarıp yatağın üstüne koydum. Justin'in yüzüne bakmak istemiyordum. Sert kız halime dönmek zorunda kalmıştım ve bu kendimden binlerce kez nefret etmeme sebep oluyordu. Ne olurdu o rüya gerçek olsaydı? Neden birkez olsun mutlu olamıyordum? Odadaki mini banyoya girip kapıyı kilitledim ve hızla aynaya bir yumruk attım. Şu an öylesine sinirliydim ki bir şekilde sinirimi atmam gerekiyordu. Canım yanıyordu. Canım çok yanıyordu. Elimden akan kanı farkettiğimde histerik bir şekilde gülümsedim. Şu an tam bir psikopat gibi göründüğüme emindim. Justin kapıya vurup bağırmaya başladığında biraz olsun sakinleşmeyi denedim. Bu çok zordu. Seneler sonra onu rüyamda görmüştüm. Tam olarak o değildi ama o olduğuna inanmıştım. Seneler sonra ilk kez vicdanım rahatlamıştı. Şimdi ise onun orada öldüğü tekrar suratıma tokat gibi çarpmıştı. Bu iğrenç bir duyguydu.
"Diana! Ne bokum yapıyorsun içeride! Aç şu kapıyı!" Titrek adımlarla kapıya doğru yürüyüp kilidi açmamla içeri dalması bir olmuştu. Donmuştum resmen. Hiçbir şeyi hissedemiyordum. Boş bir ifadeyle suratına bakarken o ise tam tersi dehşetle elime bakıyordu.
"Sen ne yaptığını sanıyorsun!"
"Önemli birşey değil. Gerçekten." diye fısıldadım. Sesim umduğumdan daha güçsüz çıkıyordu.
"Bunu neden yaptın Diana?!" Sinirle bana bağırıyordu. Neden bağırıyorsa?
"Seni ilgilendirir mi?"
"Soruma soruyla yanıt verme!"
"Ne yaptığım, neden yaptığım seni ilgilendirmez! Elim abarttığın kadar da kötü değil tamam mı?! Beni yalnız bırak!" Bir anda kendimi durduramayıp ben de bağırdığımda suratıma tiksinircesine bakıp hızla odadan çıkmıştı. Kafayı yemek üzereydim. Gerçekten kafayı yiyor olabilirdim.
