Derin bir nefes aldım.Kafamda o kadar çok düşünce vardı ki bu beni boğmaya başlamıştı.Kaybolmuş hissediyordum.Daha önce hiç hissetmediğim bir şey hissediyordum ama ne olduğunu bilememek beni korkutuyordu.Duygular konusunda hiçbir zaman pek bilgili biri olamamıştım zaten.
Yumuşak kuma uzandım.Hava daha tam olarak kararmamıştı ve gökyüzü kırmızı, sarı bir tondaydı.Bulutlar dağılmış ve kuşlar uçuşuyordu.Güzel bir tablo gibi duran gökyüzü belki de ilk defa pek fazla ilgimi çekememişti.Ben de gözlerimi kapattım.Kulaklarıma dolan kuşların ve dalgaların sesi dışında hiçbir şey duymuyordum.Karanlığın ortasında, düşüncelerinin içinde boğulan bir gençtim sadece.Tutunacak kimsesi kalmamış olan bir genç.Yapayalnız, tükenmiş bir genç.
Sanırım, hissettiğim bu şey tükenmişlik idi.Bunalmıştım, her şeyden.Changkyun gittikten sonra hiçbir şeyin anlamı kalmamıştı zaten.Minhyuk'a karşı hissettiğim şeyin hiçbir önemi de yoktu artık.Zorla birine kendinizi sevdiremezdiniz değil mi?Onun beni sevmediğini biliyordum sonuçta.Ve birkaç gün önce de bunu ondan da duymuştum zaten.Ona karşı olan duygularımı söylemiştim.Ne demişti bana?
'İnsanoğlu bir gün yalnızlıktan korktu ve saçma bir sevgi uydurarak adını aşk koydu.'
Bir nevi haklıydı aslında.Aşk da bir sevgiydi.Neden diğerlerinden ayrı tutulmuştu?Onu bu kadar özel yapan neydi?Diğerleri de birer sevgi türü olmasına rağmen insanoğlu onu diğerlerinden ayrı tuttu.Aşkı her zaman diğerlerinden üstün tuttular.Sonsuz olduğunu, asla bitmediğini savundular.Bu kadar çok mu korktular yalnızlıktan, bir yalana inanacak kadar?