Kıyıya sertçe çarpan dalgaya baktım.Keşke şu kumları götürdüğü gibi düşüncelerimi de alıp götürebilse bu dalgalar, diye geçirdim içimden.Neden bu kadar düşündüğümü, kafaya bu kadar taktığımı bilmiyordum.O kutuyu cidden önemsiyordu.Kutuyu açtığım için bana bağırması sorun değildi aslında.Sadece biraz kırılmıştım.Ne fark ederdi ki?En başından beri kırık değil miydim zaten?
Derin bir nefes aldım ve temiz havayı içime çektim.Eve gidecek yüzüm yoktu ve kendi evimden de atılmıştım.Ailem sonunda gerçek kimliğimi öğrenmiş ve beni evden kovmuştu.Minhyuk'un evine gidecek yüzü de kendimde bulamıyordum.Beni isteyeceğini de sanmıyordum zaten.Kimse her işe burnunu sokan birini yanında istemezdi değil mi?
"O'nu seviyordum."
Arkama baktığımda üstündeki siyah giysiler ile kapşonunu kafasına takmış olan Minhyuk'u gördüm.Yavaş adımlarla yanıma geldi ve oturdu.
"Hoseok'u gerçekten çok sevdim, Kihyun.İnanamayacağın kadar çok, denizi sevdiğimden daha çok.Onunla bir dakika geçirmek için haftalarımı feda edebilir, onun tek bir gülüşünü görmek için ömür boyu mutsuz olabilir; beni sevdiğini söylemesi için herkesten, her şeyden vazgeçebilirdim."
Yavaş ve düşük bir tonda konuşuyordu.Sesi gitgide daha da düşük bir tona bürünürken gözleri dolmuştu.
"O ise beni bırakıp gitti.Her şeyi bir anda bıraktı ve gitti.Beni bırakmayacağına dair söz veren o adam beni bıraktı.Bana 'Bizi sadece ölüm ayırabilir.' demişti.Ölümün bu kadar yakın olacağını nereden bilebilirdi değil mi?"
"Minhyuk...Ben üzgünüm."dedim bir elimi onun yanağına koyarken.
Dolan gözlerini sildi ve gülümsedi."Üzgün olduğunu söyleme, Kihyun.Duyguların hakkında yalan söylememelisin."
Bir süre sadece birbirimize baktık.Gülümsese bile gözlerinde yaşadığı hüznü görebiliyordum.Derler ya hani "Gözler ruhun aynasıdır." diye, şimdi bu sözü daha net anlayabiliyordum.Karşımdaki kızıl saçlı çocuk o'nu gerçekten çok sevmişti.Ölüm ise onları ayırmıştı.
Keşke, diye geçirdim içimden.Keşke o yaşasa ve ben onun yerine ölsem.Minhyuk mutlu olurdu değil mi?Sevdiği kişiye kavuştuğunda mutlu olurdu(?)