Gecenin Sessizliği-2

45 5 2
                                        

Zamanın usulca kanattığı kalbinin, derinliklerinde bir yaraydı o. Sızlardı ama kan akıtmazdı. İçinde yangınlar kopar, dışarıya gülücükler saçardı. Boğazda sahibini bekleyen sessiz bir gemiydi.

Dans ederek düşen masum bir kar tanesiydi. Eriyip sonsuzluğu esir alan...

Otobüsten indim ve hızlı adımlarla yürümeye başladım. Aylardan , kasım; günlerden cumaydı. Soğuk hava keskin bir bıçak gibi yüzümü yokluyordu. Karşımda heybetiyle dikilen Adliye binasını görünce durdum.

Daha fazla beklemeden ellerimi deri ceketimin cebine koyup yürümeye başladım. Kapıda güvenlik görevlileri vardı. Kontrolleri yapıp içeriye girdikten sonra binanın muazzam görüntüsüyle bir kez daha büyülendim. Buraya ilk kez gelmiyordum belki ama her gelişimde de aynı şeyi hissediyordum.

Hem ilerliyor hem de çevreme bakıyordum. Vakit kaybetmeden belgeleri, sekreterliğe teslim etmek için asansöre bindim. Benimle birlikte üç kişi daha vardı. Cüppelerinden anladığım kadarıyla 2'si idari yargı hakimi diğeri avukattı. Kat beş düğmesine basıp bekledim. Asansör usulca kapanırken ortama sessizlik hakimdi.

Duruşlarına çaktırmadan bakmaya çalışırken ne kadar ciddi olduklarını gördüm. Her hakim böyle ciddi miydi?

Asansör kat üçte durdu. Ve kadın avukat bana omuz atarak ilerlemeye başladı. Bu hareket karşısında şaşırsam da ciddiyetimi korudum.

Ya öğrenci olduğum çok belli oluyordu ya da ben çok özgüvenli durmuyordum. Asansörden geldiğimizi belli eden bir ses gelirken hakimler karşısında başımı dik tuttum. Belki ben de bir gün bu gri cüppeden giyerdim.

Asansörden çıkıp etrafıma bakınırken bir kez daha Adliye'nin çok büyük olduğunu gördüm.

Burada bir sürü karar veriliyordu. Bu kararlar belki masumluk kokuyordu belki de suçluluk. Hiç kimse bilemezdi. Herkes kendi vicdanından sorumluydu.

''Vicdan yanılmaz bir yargıçtır, biz onu öldürmedikçe.'' demişti Balzac. O kadar doğru bir cümleydi ki merhamet de senin elindeydi ihanet de.

Belgeleri sekreterliğe teslim edip imzamı atarken içimde bir sıkıntı gitgide büyüyordu. Heyecanlıydım, her şey yeni başlıyordu. Kaygılıydım, bir işte çalışmam gerekiyordu.

Burada işim bitmişti. Saatime baktığımda 16:00'a yaklaştığını gördüm.

Yavaş yavaş ilerlerken tutuklu bir sanığın arkasından ''Baba!'' diye çığlık atan bir çocuk, tüm dikkatimi o yöne çekti.

Sırtımdan bir ürperti kuyruk sokumuma doğru hızla ilerlerken, çocuğun ne kadar da şanssız olduğunu düşündüm. Ağzından dökülen her kelime, geçirdiği acı dolu günleri haykırıyorken gözlerimin dolmasına engel olamadım.

Gözlerim, insanların nabzını ölçmek için etrafı taradığında kimsenin umurunda olmadığı gerçeği tenime bir diken gibi saplandı. O çocuğun babası belki de masumdu.

Başımı dik tutup çocuğun yanına gitmeye hazırlanırken, gözlerime tanıdık bir gövdenin ardından canhıraş bir bakış çarptı.

Bana çarpan Range Rover'ın sahibi tam karşımda, heybetli bir duruş sergiliyordu. Ama bu heybetli gövdenin yanında bir şeyler yanlıştı.

Gözlerinin dolu olduğunu gördüm. Yanına yaklaşırken tuhaf bir hali vardı. Sanki nefes alamıyormuş gibi, gövdesini saran gömleğin düğmelerini açmaya çalışıyordu.

Ayakta durmakta güçlük çektiğini anlamamla yere yığılması bir oldu.

Çığlık atarken, hızlı davranıp kafasını tuttum. Ve yavaşça yere yatırdım.

Gözleri gözlerime kenetlenirken bir şeyler mırıldandığını duydum ama tam olarak anlayamadım.

Birisi toplanan kalabalığa açılmaları gerektiğini söylüyordu.

Ve birisi telefonla ambulansı arıyordu.

Adamı yavaşça yere sabitledim ve nabzını kontrol ettim. Cılızdı ama hala atıyordu. Alnında ter damlacıkları oluşmuştu. Ve sol göğsünü tutuyordu.

''İyi misiniz beyefendi?'' Gömleğinin düğmelerini hızla açarken gözlerinin kapandığını, bilincinin yerinde olmadığını fark ettim.

Kafamı dudaklarına yaklaştırırken solunumunun durduğunu fark etmemle kafama bir balyoz yedim. Eğer beynine oksijen gitmezse kurtulsa bile felç kalabilirdi.

Bir insanın hayatı saniyelerle yarışıyordu. Kapısını çalan belki de eceldi. Soğukkanlı olmalıydım.

Bir elim ile ensesini tutup diğer elim ile burnunu kapattım. Ve dudaklarımdan dudaklarına nefes süzülmesine izin verdim. Bir yandan da gözüm göğsündeydi.

Beş altı kez nefes verirken bitkinlik vücuduma bir virüs gibi yayılmaya başladı. Umudum bir mum alevi gibi yavaşça sönerken göğsünün inip kalktığını gördüm. Ölüm bir nefes ötesindeydi. Ve nabzını kontrol ettim.

Bana çarpan adamın nabzı atıyordu. Ve hayata dönmüştü. İlk defa tonlarca duyguyu aynı anda hissetmiştim. Bir insanın hayatını kurtarmıştım. Mutluydum, şaşkındım, heyecanlıydım. Ama anlamlandıramadığım bir duygu daha filizlenmişti içimde. Ne olduğunu çözemezken sağlık görevlilerin hızla bize doğru yaklaştığını gördüm.

Küçükken annem yanımda kalp krizi geçirmişti. Ve ambulans gelinceye kadar bir şeyler yapmalıydım. Evde kimse yoktu. Ve ben de hiçbir şey bilmiyordum. Şanslıydım çünkü komşumuz bağırışlarımı duymuş ve yanımıza gelmişti.

O da insanların hayatlarını kurtarmaya yemin içmiş bir doktordu.

Kalp krizi geçirdiğini söyleyip ambulansı arayıp aramadığımı sormuştu Adnan Amca. Ambulansı aradığımı söyleyince annemin boynunu sıkan fuları hızla çıkarıp rahat nefes alması için önünü açmıştı. Boynundan tutup başını hafifçe arkaya doğru eğmişti. Kafasını annemin burnuna yaklaştırmış bir yandan da nabzını kontrol etmişti.

O zaman bilmediğim suni teneffüs annemin hayatını kurtarmıştı.

Yerden kalkarken etrafa toplanan kalabalığa göz attım. Hepsi mevki sahibiydi belki ama ilk yardım konusunda bilinçsizlerdi. Bana çarpan adamın sedyeyle taşınışını izlerken zihnimde bir piyes canlanıyordu. Perdeler usulca açılmıştı. Ve başrol annemdi.

Ömür aslında o kadar kısa, hayat o kadar basitti ki; Bazı hayatlar vardı bir ip cambazının ip üzerinde hayatına meydan okuması kadardı.

Bir maceracının eksi derece havada buz gibi suya atlaması kadardı. Bazen, bir nefes uzağında ölüm tüm heybetiyle dikilirdi.

Ve Azrail son nefesini almak için sabırla beklerdi.



Gecenin SessizliğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin