Gri Saç

277 55 9
                                    


Hilal AY

Bu neydi be? Saatlerdir uyuyorum ve kendimi sudan çıkmış balık kadar rahatsız hissediyordum. Doğruldum yatakta ve karşı yatağa baktım, Merih yoktu. Terasta da yoktu. O değil de şu an dışarısı çok güzel görünüyordu. Yemyeşil ıslak çimler ve güneş. Komodinin üzerindeki saate baktığımda öğle yemeğine on dakika vardı. Kalktığım gibi banyoya koştum, duş alıp giyindiğim sırada bayıldığım gonk sesi yankılandı.

İnsan her duyduğunda yerinde zıplar mıydı?

Setremi giyip çıktım odadan. Burada yiyeceğim ilk yemek olacaktı ve nedense saray çalışanları bizi sarayın arka bahçesine gönderiyorlardı. Demek nemli çimlerin üzerinde ve yüzlerce çeşit çiçeğin arasında yemeğimizi yiyecektik. İşte bu çok güzel bir haberdi. Arka kapıdan çıktığımda beni çok geniş dikdörtgen bir mermer alan karşıladı. Yedi adet basamağı da indikten sonra artık çimlere basıyordum. Hava oldukça güzeldi ne sıcak ne nemli ne de soğuk tamamen rahatsız etmiyordu ve oldukça huzurlu hissettiriyordu. Arkamdan gelen birkaç kişi kendi aralarında keyifle kahkaha atarken yanımıza gelen muhafızlar önümüzde eğildiler. Hepsi bir isim söylediğinde bu isimlerin bizim olduğunu anlamak geç olmadı, onlar bizi alıp masalarımıza götüreceklerdi. Buradaki lüks başımı döndürmeye başlamıştı ama.

Adımı söyleyen muhafızın uzattığı elini gayet saygı çerçevesinde havada tutarak ilerledim. Önümüzdeki ağaç ve çalılıkların arasında olan ve ağaçlardan yapılma tünelin içinden geçtikten sonra kocaman alan bizi karşıladı. Benim odamdan burayı göremezdiniz ama gerçekten çok güzeldi. En solda, baştan sona kadar uzanan çeşme ve o çeşmenin etrafındaki on adet masa vardı. Saymamıştım masalar dörderliydi. Muhafız beni direkt çeşmenin biraz yanındaki masaya yaklaştırdığında Enes, Kaya ve Reyhan o masadalardı.

''Afiyet olsun.'' Deyip elimi bırakan muhafız yine eğilerek uzaklaştı. Yemeklerini yiyenler beni gördüklerine çok sevinmişlerdi özellikle Kaya. Hemen ayağa kalkıp boş sandalyeyi benim için geriye çekmiş ve oturmamı beklemişti, ''Bu kulunuz, yolunuza canını feda etmeye hazırdır'' diyen Kaya oldukça tatlı görünüyordu. Enes ve Reyhan yemek dolu ağızlarından parçalar taşmasın diye hem sakin güldüler hem de ellerinin tersiyle gülüşlerini örttüler. Onları umursamadan bir prenses edasıyla sandalyeme oturdum. Kaya yerine geçtiğinde teşekkür etmeyi ihmal etmedim. Kırmızı setreli bir beyefendi elindeki yemek tabağını önüme koyduktan sonra bardağıma su doldurdu. Tam o esnada girişte Tuğba ve Deniz'in muhafızlar eşliğinde girdiklerini gördüm. Deniz'in elinde bir kitap vardı Tuğba her ne anlatıyorsa Deniz gına gelmişçesine gözlerini yumup ilerliyordu. Gülmek gelmişti içimden ve dudaklarım kıvrılmıştı. Tam karşımda oturan Enes bana baktıktan sonra hemen arkasına döndü ve onları gördü, ''Yavrumu onun elinden kurtarmalıyım.'' Tepkisi çok tatlıydı ama onlar maalesef aynı masaya oturtulmuştu. Üsteli o masada Merih ve ismini yanlış hatırlamıyorsam Larisa'da vardı.

''Sen önce dilinden kurtar'' diyen Kaya'ya hepimiz gülsek de Reyhan'ın yüzü solmuş gibiydi. Yeniden önüne dönen Enes bize bakıp, ''odaları değiştirmek için ne yapabiliriz?'' diye sorduğunda Reyhan artık çatalı yemeğe sertçe vuruyordu. Bu olabilir miydi?

''Tuğba ile yer mi değiştireceksin?'' sorum onaydı ama gözlerim Reyhan'daydı. Bu kız Enes'i seviyor olabilirdi değil kesin seviyordu. Deniz'den her bahsettiğimizde daha da sinirleniyordu ve çatalı sanki tabağı kırmak istercesine porselen tabağa vuruyordu. Sözüm ona yemek yiyordu. Yesinler, şu an resmen kıskanıyordu. Deniz ile bir husumeti yoksa açıkça kıskanıyordu.

''Tuğba böyle giderse kızın elinde kalacak ona üzülüyorum''

''Kesin öyledir,'' deyip sırıtan Kaya'ya öyle keskin gözlerle bakmıştı ki çocuk yutkunmuştu. Neydi bu şimdi Enes. ''Sakın Kaya'ma öyle bakma lider demem canına okurum senin.'' Tek kaşını kaldırıp bana bakıyordu ama Kaya keyifli bir şekilde yemeğinden bir lokma alıp ağzına attı.

GÜMÜŞ KAN (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin