Güzel bir duşun ardından bornozun içerisinde saçlarımı kurutmaya başladım. Duş çok iyi gelmişti, resmen tüm yorgunluğumu almış götürmüştü. Banyodaki aynadan kendimi izleyerek kuruttuğum saçlarıma oradaki dolapta bulunan ve krem olduğunu düşündüğüm kutuyu açıp saçıma sürdüm. Saçım bittiğinde kıyafetlerimi giyip son kez kendime baktım.
Kül rengi saçlarım krem sayesinde oldukça dolgun görünürken dalgalı haliyle mor crop'un üzerinden atarak tümünü arkamda bıraktım. Artık hazırdım. Kapıyı açıp odaya geçtiğimde Merih yatağında mışıl mışıl uyuyordu.
Zaman burada nasıl işliyordu bilmiyordum ama dışarısı kararmaya başlamıştı. Tuhaf, o kadar uzun süre kaldığımı sanmıyorum. Odada kalmak istemiyordum bu yüzden sarayı keşfetme isteği her yerimi sardığında beyaz yüksek tabanlı bir ayakkabı giyerek sessizce odadan çıktım. Boş ve geniş koridora bakarken Enes ile Tuğba'nın nerede olduğunu çok merak etmiştim.
Acaba onlar da yatıyorlar mıydı?
İyi de hangi odada olduklarını nereden bilecektim ki?
Gezindim sarayın boş koridorlarında. Duvarlar eşlik ederken bana, bazı sesler ilişti kulağıma. Merakla gittim. Merdivenlerden yavaşça inerken sesler aniden kesilmişti.
Alt kata indiğimde ise Mihrişah giriş kapısının hemen önünde görünüyordu. Anlam veremediğim şekilde heyecanlanmış ya da yakalanmış iç güdüsüyle nefes alıp veriyordu. Üzerindeki setre ikinci olarak dikkatimi çekmişti. Lacivert setreyi süsleyen altın rengi desenler oldukça hoş görünüyordu. Belindeki altın şeritli kemerin devamında yere kadar uzanan ve setrenin eteği olan kısımları şu an daha da hava katıyordu ona. Bu kıyafetlerin içinde adeta muazzam görünüyordu.
''Merhaba Hilal,'' sesi titriyordu ve sanki bir şey saklıyor gibiydi, ''uyuduğunuzu düşünüyorduk.'' Evet, kesinlikle bir şey saklıyordu zira bunu söyleyerek burada olmamam gerektiğini dile getirmişti.
Gittikçe birbirimize yaklaştık. Sol girişteki antika mozaik kocaman vazonun yanında karşı karşıya geldiğimizde yüzüme gülümsedi ve bana eliyle 'gidelim' dercesine bir hareket yaparak sol girişe yöneldi. ''Burada zaman farklı işliyor sanırım,'' derken bile gözlerim giriş kapısını ve etrafını tarıyordu, ''tuhaf.'' İçimden bir his orada biri olduğunu haykırıyordu ama Mihrişah beni tekrar çağırarak dikkatimi dağıtacaktı.
Daha fazla onu bekletmeden yanana gittim. Ayağına ne giydiğini bilmiyordum zira setrenin eteği yere kadar uzanıyordu. Lastik gıcırdama sesleri bot giydiğini söylese de şu an düşünmem gereken şeyin bu olmadığını biliyordum.
''Burada zaman elbette farklı işliyor. Gündüz sekiz saat gece ise on altı saat ama yine 24 saat. Bunların detaylarını öğreneceksiniz.'' Yan yana ilerliyorduk. Birçok salondan geçip nihayet dışarıyı gören bir kapı gördüğümde sevinmiştim. Benden dört tanesinin rahatlıkla yan yana geçebileceği genişlikteki uzun ahşap kapı ardına kadar açıktı. İçeriye esen ılık rüzgâr oldukça hoştu. ''Burada öğrenmemiz gereken çok şey var,'' derin bir nefes alıp yüzümü okşayan rüzgârı benimsediğimde Mihrişah çoktan dışarıya çıkmıştı bile.
Sarayın arka bahçesiydi burası. Tepede ay yoktu ama bir yıldız kümesi ışıl ışıl parlıyordu. Kapıdan çıktığınız an sizi saran akşamın tatlı soğukluğuyla Mihrişah'ı takip ediyordum. Bahçede bölmeler şeklinde alanlar vardı ve hepsi bin bir çeşit minik çiçeklerle donatılmıştı. Daha da güzel olan metale işlenmiş sanatla yapılan sokak lambalarıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜMÜŞ KAN (+18)
Roman pour Adolescentsİnanılan o ki Tanrılar yeryüzünü korumaları için muhafızlar yaratmış. İnsan ırkının ilk muhafızının soyundan gelenler uzun ama çok uzun yıllar yeryüzünü koruma görevini hakkıyla yerine getirdiler. Ta ki Küçük Kıyamet'e kadar. Kimsenin aklının almadı...