Büyük Gün

299 55 9
                                    

HİLAL AY

Bir bilinmezin içinde sürüklenip duruyorduk. Tuhaf olan ise bundan zevk alamaya başlıyordum. Her ne kadar zihnim beni ikide bir uyarsa da buranın o kadar da tehlikeli olduğunu sanmıyordum. Elbette yap bozdaki eksik parçalar yüzünden endişeliydim; Zeyn, burası, Gümüş Kan, Mir Meryem... liste uzayıp giderdi. Şaka bir yana yap bozdaki eksik parça dedim ama yap bozun resmi yok. Neye göre birleştirecektim ve neye göre yanlış veya doğru olduğuna inanacaktım?

Her şeye rağmen burada olmak güzeldi. Buranın gerçek olabilme ihtimali eğer küçük bir kız olsaydım okuduğum kitaplardaki bilinmeyen evrenlerden biri olduğuna inanacaktım. Şimdi ise burası gerçek, geldiğimiz yer ise yalan geliyordu bana. Burada huzur vardı, saygı ve liyakat mevcuttu. Bu da buraya bağlanmama neden oluyordu. Pek tabi Enes ve Tuğba çoktan buranın bir parçası olmuşlardı. Gerçi Enes, Deniz sayesinde tüm düşünme yetisini kaybetmişti. Son olaydan sonra yüzünün güldüğünü bir daha görmemiştim. Küçük bir yanlış anlaşılma olsa da kim olsaydı aynı tepkiyi verirdi. Ve Enes bu hatasını kabul edeli dört gün olmuştu.

Eğitildik ve uyarıldık. Artık hepimiz buranın altın kurallarına vakıftık. Hepimiz at binmeyi öğrenmiştik, bir iki kişi dışında ama onlar da çok eksik yoktu. Lala Cengiz gerçekten işini çok iyi yapıyordu. Bugün buradaki son günümü ve yarın güneşin doğuşuyla birlikte yola çıkacaktık. Artık tek istediğim, önce Mirza'yı sonra da Mir Meryem'i görmekti. Zihnimin bana sunduğu senaryoları ancak bu şekilde filme çevirebilirdim. Diğer bir taraftan eğer gerçekten Mirza'nın Zeyn olduğu senaryo gerçekleşirse devamında olacakları tahmin dahi edemiyordum. Aklımda onlarca hatta biraz daha zorlarsam yüzlerce soruyla kalırdım. Şimdi bunu düşünmenin zamanı değildi. Yarın nasılsa öğrenecektim. Bu arada Gümüş Kan hakkında öğrendiklerimiz o kadar da korkulacak bir şey olmadığını kanıtlamıştı. Lakin buradaki kırk kişinin ortak özelliğinin hastalık olmadığını biliyordum ve bu yüzden başka bir durum söz konusuydu. Bu da kalabilirdi. Uyumam gerekiyordu, yoksa yarın ki törende atın üzerinde uyuya kalmak en son isteyeceğim şey olurdu. Merih çoktan dalmıştı uykuya ve ben şimdi yatağımda sol omuzumun üzerine yatmış açık olan camdan yüzüme yansıyan ay ile bakışıyorduk. Heyecanlıydım. Burada Mirza ve Mir Meryem'e duyulan saygı ve sevgiden sonra onları göreceğim için çok heyecanlıydım. Kim bilir belki de Zeyn Büyük Saraydaydı ve Mirza başka biridir. Kim bilir belki. Uyu artık Hilal ve kapanın gözlerim. Biliyorum sizler de heyecanlısınız ama uyuyup yarın uyanmaktan başka elden gelen bir şey yok. Yarın, tüm soruların cevaplanacağı gün olacak ve bunun için güçlü olmam gerekiyor bunun için de uyumalıydım.

...

Dört gündür alışamadığım şeylerden bir tane olan gonk sesiyle yine yatağımdan sıçramıştım. Tanrım, ne zaman uyumuştum ki. Ve şu an karnımda oluşan kramplar da neydi? Yatağımda homurdanarak yeniden başımı yastığıma yatırdığım gibi bu sefer kapımız çalındı. Ne ben nede yatağında oflayan Merih henüz giriş izni vermemiştik ama kapı çalındıktan saniyeler sonra açıldı. İçeriye doluşan gri ve kırmızı setreli insanların neşesi ve heyecanı seslerinden belli oluyordu, ''günaydın!'' dediler hepsi bir ağızdan.

''İyi de henüz gün aymadı ki'' dedi Merih, her sabah bana yaptığı espriyi bu sefer onlara yapmıştı.

''Buna alıştığınızı sanıyorduk.''

''Biliyorum, biliyorum. Şaka yapmak istemiştim.'' Evet buranın zaman farkı yüzünden henüz gün aymadan gün başlardı. Ne kadar yatağıma sarılmayı çok istesem de doğruldum ve buraya gelenlere saygısızlık etmek istemedim. Dört kişi benim yatağımın ucunda ve dört kişi Merih'in yatağının ucunda bekliyordu. İkisi kırmızı ikisi gri setreliydi.

GÜMÜŞ KAN (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin