Çalan telefonla açtı gözlerini, gün daha doğmamıştı, etraf karanlıktı. Yerde yıldız gibi parlayan telefonu aldı eline, gözlerini tam açamamıştı, el alışkanlığıyla açtı telefonu.
"Alo." Dedi mahmur sesiyle .
"Aşkım Tilki Tepesi'nde buluşalım mı?"
Öksüz'ün gözleri açıldı "Ne? Savur'a mı geldin sen?"
"Evet daha demin vardım, üstümü değiştiriyorum şimdi, hadi geliyor musun?"
Öksüz yataktan doğruldu, boştaki eliyle yaşaran gözünü sildi "Hazırlanıyorum hemen."
"Tamam hadi görüşürüz."
"Görüşürüz."
Telefonu kenara koydu, gözlerini avuşturuyordu hala, yatalı birkaç saat olmuş olmalıydı. Yataktan kalktı hızlıca, telefonunu da almıştı. Hızla eve girerek alt kattaki misafir banyosuna girdi, elini yüzü yıkadı. Pantolon, pantolon bulmalıydı. Üst kata çıktı, odasının kapısını araladı hafifçe. Odada hafif bir horultu yayılıyordu, Büyükhanım, mışıl mışıl uyuyordu. Hafif adımlarla içeri girdi, dolabının önüne geçti. Eski kapı gıcırdayınca irkilmişti, kafasını yatağa çevirdi hemen, Büyükhanım hala uyuyordu. Dolabın kapılarını yağlamayı aklına kaydederek binici pantolonlarından aldı bir tane, gömlek ve soğuk havaya karşı hafif bir kazak almıştı. Dolabın kapısını bu sefer daha dikkatli kapattı, Kapının kenarına dizili ayakkabılardan binici botlarını almıştı. Odanın kapısını hafifçe kapatarak aşağı indi. Çalışma odasından üstünü değişerek dışarı fırlamıştı. Ahırlara giden yolda tülbendini geçirmişti başına.
Gürbüz'ün eyerinin cebine telefonunu koydu, eyeri bir çırpıda bırakmıştı atın sırtına. At hafifçe huysuzlanınca başını okşadı. Seve seve hazırlamıştı atını, ardından yine bir çırpıda üzerine bindi. Hafifçe ittirince ilerlemeye başlamıştı at, bahçe kapısını açtı kumandayla, onlar çıkınca yeniden kapatmış, atını dörtnala koşturmaya başlamıştı.
Tilki Tepesi'ne vardığında gök aydınlanmaya başlamıştı. Hafif bir turunculuk sarmıştı her yeri. Bir yandan Gürbüz'ü yavaşlatırken bir yandan gözleri Selim'i arıyordu.
"Heey!" diye bağırarak durdurdu atını Selim, Öksüz atik bir hareketle Gürbüz'ü dizginlemeseydi çarpışacaklardı.
Öksüz ilk önce sinirle kaşlarını çattı, Selim'in yüzündeki mahcup gülümseme yumuşatmıştı ifadesini.
"Öldürmeye mi çalışıyorsun bizi?"
"Sürpriz yapayım demiştim."
Öksüz gülümsedi "Seninkine sevmekten öldürmek deniyor, bilir misin?"
Selim de gülümsemişti ona. "Haydi tepeye çıkalım, gün doğmak üzere."
Öksüz Gürbüz'ü tepeye doğru sürmeye başladı, Selim, hemen arkasından geliyordu. Tepenin en üstüne çıktıklarında gözleri parlamıştı Öksüz'ün, çok geniş bir alan ayakları altındaydı. Selim atından inmiş, kenardaki çalılığa bağlamıştı, Gürbüz'ü de çekip bağladı, bu sırada Öksüz attan inmişti. Selim yanında getirdiği örtüyü seremeden Öksüz yere oturmuş, botlarını çıkarıp ayaklarını toprağa basmıştı. Selim de öyle yaptı, Öksüz sırtını Selim'in göğsüne dayadı. Hiçbir şey konuşmadan turuncu göğün önce pembe, sonra mavi olmasını; güneşin başak tarlalarını altına bulayıp, rüzgarın hafifçe oynaştırmasını izlediler.
Selim arada Öksüz'ün saçlarına, yanaklarına ve parmaklarına tüy gibi hafif öpücükler konduruyordu. Başını çevirdi adama, gözleri kapalıydı Selim'in, o, bu anı yalnız gözleriyle değil, içten yaşıyordu. Dudaklarına kısa bir buse kondurdu adamın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Öksüz
General Fictionİnsanlar sizi Nirvana olarak görürken onların arasına nasıl kaynaşabilirsiniz ki? Öksüz -ardından yetim- ülkenin en büyük sorumluluklarını omuzlarında taşırken, hayatının erkeği karşısına çıkınca ne tepki verecek? Bununla baş edebilecek mi?