Bölüm 5

14.4K 726 55
                                    

Servise bindiğimizde Bora'nı zoruyla en öne (Rüzgar ve Burak'tan olabildiğince uzak) ikimiz oturduk. Tek kelime etmiyordu ama resmen burnundan soluyordu. Telefonum çaldığında arayanın Rüzgar olduğu görünce epey tedirgin oldum. Ben buna numaramı vermemiştim ki nerden buldu acaba? Ben açmakla açmamak arasında bir ikilem yaşarken Bora aniden telefonu elimden aldı ve açıp konuşmaya başladı.

"Ne var?"

"Sen kimsin ya? Ben Selis' i aramıştım ama?"

"Selis seninle konuşamaz lütfen bi daha hiç arama."

Demesiyle telefonu Rüzgar'ın yüzüne kapatması bir oldu. Neden böyle yaptığı sorsam bana daha çok sinirleneceği için bu düşünceden vazgeçtim. Telefonu bana doğru fırlattığında hiçbir şey demeden kulaklığı takıp müzik dinlemeye başladım.

Yirmi dakika sonra servis çok büyük bir alışveriş merkezinin önünde durdu. Herkes inmeye başlayınca dışarda Rüzgar yanımıza geldi.

"Noluyo ya?"

"Sanane ne oluyosa oluyo!"

Bora sinirlerinin sınırını yaşıyor sanırım.

"Sen Selis'e ne diye karışıyorsun ki. Hadi Selis gidelim."

Rüzgar beni kolumdan tutup götürmeye çalıştığı an Bora da diğer kolumdan tutup onu engelledi. Bora'nın bu hareketleri canımı sıkmaya başlayınca kolumu Bora'nın elinden kurtarıp Rüzgar'la birlikte alışveriş merkezinin girişine doğru yürümeye başladık. Omzumdan Bora'ya bakınca Alp denen bir çocukla birlikte yavaşça yürüdüklerini gördüm. Bora ona hararetli bir şekilde bir şeyler anlatıyordu.

Onlara bakmayı kesip sessizce yürümeye başladım. Rüzgar da pek konuşmuyordu zaten. İçeri girdiğimizde ilk önce bi kafeye gitmeyi teklif edince tamam dedim. Belki bir şeyler içebilirdim. Starbucks'a girdiğimizde ben tabi ki de vazgeçilmezim olan White Chocolate Mocha söyledim. Rüzgar da adını teleffuz edemediğim bir şey alınca oturup kahvelerimizi içmeye başladık.

"Bora'nın derdi ne?"

Konuya baya açıktan girdi yani.

"Bi derdi yok yani ne olabilir ki?"

"Safa yatma Selis çok belli"

"Of bende bilmiyorum ki cidden bu yaz bi değişik oldu çözemiyorum artık onu"

"Bence sen de o kadar ona bağlı olmamalısın. Seni çok fazla kontrol ediyor."

"Evet haklısın."

Birinin bunu yüzüme vurması daha da kötü olmuştu. Ama bu sefer cidden kararlıydım. Artık Bora'ya bağlı yaşamayacağım.

Birbirimize kendimizden bahsederken baya eğlenmiştik. Rüzgar çok iyi ve eğlenceli bir çocuktu aslında. Starbucks'dan kalkıp gördüğümüz ilk mağazaya girdik. Saçma sapan kıyafetler deneyip epeyce güldük. Hayatımda çok az zamanlarda bu kadar çok eğlenmişimdir heralde.

Servise elimizde bir sürü poşetlerle bindik. Rüzgar benim için iki tişört, bir şort ve bir elbise seçmişti ben de ona üç tişört, bir kapri ve iki tane de gömlek seçmiştim. Halbuki herkes öyleydi. Tabi Bora hariç. Biz Rüzgarla güle oynaya servise binerken dönüp bize bakmamıştı bile. Burak ise sanırım sonunda kendine takılacak başka kızlar bulmuş gibi gözüküyordu. Mutlu olmadığımı söyleyemem.

Servisten inince saat akşam sekizdi.

"Rüzgar, bizim eve gelmek ister misin? Film falan izleriz?"

Bunu özellikle Bora'nın duyabilmesi için sesli bir şekilde söylemiştim. Sanırım Rüzgar'ın söylediklerine fazlaca kafayı takmıştım. Ama Bora da beni takmamayı seçmiş gibi görünüyordu ki ben bunu söylerken bize hiç bakmadı. Bir yandan "Oh be rahatladım" diye düşünürken bir yandan da bozulmuyor değildim. Umursanmamak da en az fazla umursanmak kadar sinir bozucuymuş.

Yaz KampıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin